14 Ekim 2018 Pazar

Leibnizci Kozmolojik Argüman Bazı İtirazlara Cevaplar ve Mutlak Yokluk

 Bu yazı daha önce yazdığım Leibnizci Kozmolojik Argüman yazılarına gelebileceğini düşündüğüm itirazları içermektedir. Bu iki yazıda gelebilecek çoğu itirazı değerlendirdim ancak eklemeyi unuttuğum 1-2 itiraz veya soru tadında bazı şeyler kalmıştı. Şimdi onlara bakalım.



 1- Evren oluşmadan önce fizik kuralları yoktu. Evren oluşmadan önce nedensellik de olmadığından evrene nedensellik atfedemeyiz. Evrenin bir nedeni olması gerekmez.


 Bu sorunun farklı cevapları var.


 1- Nedensellik mantık kuralıdır, fizik kuralı değildir.

 2- Evren nedensiz oluştuysa mutlak yokluktan ortaya çıkmalıdır. Bunun dışındaki her şey bir etki yapacağından evrenin bir sebebi olur.

 3- Ya da big bang öncesinde yine madde olduğunu varsayarsak(varsayma kısmı önemli) maddenin o halini de evren kavramı içine dahil edip rastgele dalgalanmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Bu görüşün önemli kısmı mekanik işleyen determinist bir süreç yoktur. Öyle olsaydı ezeli mekanik sistemin sonuçlarının da tamamlanmış olması gerekirdi(Yazıda değinildi). Ezelden beri var olan dalgalanmalar tamamen şansa bir dalgalanma sonucu evreni oluşturdular. Rastgelelik burada geciktirici faktör oynamakta.


 Nedensellik mantık kuralıdır, fizik kuralı değildir.



 Nedensellik fizik kuralı değildir. Öncelikle bu önemli bir detay. Nedensellik yazıda da değindiğim üzere ontolojik bir oluşumdur. Bu da nedenselliğin fizik kuralı değil fakat mantıksal bir yasa olduğunu gösterir. Fizik kuralları evrene içkindir. Farklı evrenlerde farklı fizik kuralları olabilir. Hatta kuantum dünyasında da farklı fizik kurallarının oluşumu da tartışılmıştır. Fizik kuralları maddenin özünde bulunan bir şey değildir. Yani maddeden bağımsızdır. Nedensellik mantıksal bir kural olduğundan varlığın olduğu veya oluşumu durumundaki her anda bulunur. Mantık kuralları varlığın, varoluşun, olguların oluşumundaki temellerde bulunur. Mantık kurallarını fizik yasaları gibi başka bir etkiyle uyulan bilgi gibi değil fakat oluş adına söylenebilecek her durumdaki temel prensipler olarak nitelemek mümkündür. Örnek olarak iki madde arasında maddenin diğerine ısı yoluyla enerji aktarması fizik kuralıdır ve dışarıdan bir etki maddeyi bu bilgiye/yasaya uyması için zorlamıyorsa bu aktarım olmaz çünkü aslolan maddedir ve maddenin soyut bir kavram olan bu fizik yasalarını yani bilgiyi kendinde taşıması beklenmez ama bir topun tüm yüzeyinin tamamının hem mavi hem beyaz olamaması çelişmezlik ilkesi uyarınca bir mantık kuralıdır ve bu kural bilgi ifade etmez. Daha çok oluşun kendisini açıklar ve mümkün olayları belirtir. Bunun dışındakiler ise tanımlanamayan imkansız şeylerdir. Belli bir nesneye karşılık gelmez. Yani topun mavi ve beyaz olamaması olguların var olmasının işleyişindeki bir sonuçtur. Bu şekilde olmayan bir olgu ise imkansızdır yani bir nesnesi yoktur. Bu olguların işleyişindeki temel prensipler, gözlemlenebilen ve akılla uyumlu, akılla bulunabilen, ontolojinin temelini oluşturan ve varlıkla beraber olan zıttında ise nesnesi olmayan tanımsız şeyler oluşturan bu ifadeler mantık kuralıdır. Nedensellik de böyle bir mantık kuralıdır. Varlığın olduğu her zaman nedensellik de olacaktır.


 Şimdi mutlak olarak yokluk kavramını düşünelim. Teistler için Allah ezelidir yani hep vardır ve sebebi yoktur. Materyalistler için madde ezelidir. Mutlak yokluk ise teist ve materyalistlerin kabul etmediği bir şeydir. Mutlak yokluk big bang öncesi değil hiçbir şeyin bulunmadığı durumdur. Mutlak yoklukta varlık olmaz. Dolayısıyla varlığın ilkeleri olan mantık kuralları olmaz. Varlık yoksa madde zaten olmayacağından fiziksel anlamda hiçbir şey yoktur. Metafizik olarak da hiçbir şey yoktur. Bu mutlak yokluktan bir şeylerin çıkması imkansızdır. Çıkan şeyin mantık kurallarına uygun olması gerekir. Bunu şu analojiyle desteklemek mümkün. Bir fabrikada elinde bir metal yığını var ve bu fabrikanın bu metal yığınını değerlendirebilmesi namına elinde hiçbir taslak, plan, tasarım uygulaması yok. Bu fabrikada bu metali işleyip pazara sürecek ya da işlemeden direk olarak çıkaracak kişi de yok ve bu fabrikada bu metalin çıkmak için başka bir kişiye ihtiyacı ya da işlenmesi gerektiği(nedensellik) de yok. Çelişmezlik ilkeside yok. Bu fabrikadan bu metal yığını çıkamaz. Metal yığını olarak da çıkamaz. Aynı şeyi yoklukta da düşünelim. Yoklukta hiçbir şey yok. Nedensellik de yok. Bu yüzden nedensiz bir şeylerin var olması gerekmez mi diye bir soru sorulabilir. Bu kısım önemli çünkü nedensellik neden ve sonucu gerektirir. Etki olmadan bir sonuç olmayacağını söyler. Nedenselliğin olmadığı durum ise nedensiz var olma değildir. Nedenselliğin olmadığı durumda neden sonuca etki edemez. Statik durum korunur. Mesela bir taş attınız o taş nedensellik yokken örneğin yerçekimini ele alırsak hiç yere düşmez. Enerji aktarımını ele alırsak o taşı hiç hareket ettiremezsin. Peki nedensellik yokken hiç etki olmaz ama nedensiz etkiler de olamaz mı? Öyle gözüküyor ancak bu yokluk kısmında işlemez. Diğer sorun ise o var olabilmesi istenen şeyin tanımlı olması gerekir. Bunun dışında her varlığın en az bir niteliği olmalıdır. Bu niteliğin kendisi de mutlak yoklukta olmadığı için böyle bir şey ve bu niteliği şekillendirecek şey de olmadığından bu var olamaz. Bu kısmı şu şekilde özetlemek gerekir.


 Mutlak yoklukta hiçbir şey yoktur. Nedensellik yoktur bu yüzden bir şeyin etkisiyle bir şey olacağı iddia edilemez. Ancak bir şeylerin nedensiz olacağı da iddia edilemez. Çünkü nedensiz de olsa bir şeyin var olması bir oluşum yani olgudur. Eğer mutlak yokluktan rastgele veya mekanik(her ikisi de bir sistem gerektirir ve yoklukta olamazlar ama şimdi öyle düşünelim) bir şekilde bir şeyler ortaya çıkıyorsa yoklukta bir oluş var demektir. Yani yoklukta mekanik veya rastgele ya da biz buna direk sistemsiz bir şekilde var olan-sistem de yok- şeyler olamaz. Çünkü yoklukta bu şekilde bir var oluş olgu demektir ve yoklukta bir olgunun olması da imkansızdır. Bu oluş sistemsiz ve tamamen kendisi dışındaki her şeyi yok saysa bile bu yokluktan çıkamayacağı anlamına gelir. Üstelik bu yoklukta yokluk vardır o yüzden yokluk yoktur gibi kelime oyunu tarzında bir çıkarım değil bizzat olguların yani ontolojinin temeli olan bir şeyin yokluktan çıkmasının imkansızlığı üzerinedir. Yokluktan bir varlığın çıkması demek yoklukta bir olgunun gerçekleştiği ve bu olgunun kendisinin de ifade edilen bir olgu bir varlık oluşu anlamına gelir. Bu yokluğun maddeyi var edip kendisini yok ettikten sonrayı ifade etmez. Bizzat yokluğun var oluşu anına denk gelir. Var oluşu yokluk ve başlangıç arasında bir köprü kabul edersek var oluş olduğu an varlık olmuş yokluk bitmiş olur. Ancak bu olay yokluk ve varlık arasında eş zamanlı olarak gerçekleşmiştir. Yani yokluk durumundayken var olmuş ama var olduğu gibi yokluk bitmiştir. Bizzat yokluk varken gerçekleşen bir olgudur.


XX: Yazının bu kısmı yokluğun zamanı içerdiği anlamına gelmemeli. Yoklukta zaman yoktur ancak bir şey var olduğu an süreç atar. Burada nedensellik devreye girer ve nedensellik eş zamanlı gerçekleşir. Yani var oluş ve zaman eş zamanlı olarak var olurlar. Böylece yoklukta zaman olmaz. Bu zamanı aşkın olan Tanrı'nın zamanı nasıl yarattığına dair soruya verilen bir cevaptır aynı zamanda. Fikir vermesi açısından yazdım. Çünkü bu kadar kısa şekilde anlatılması pek sağlıklı olmayabilir.


 Yokluk süreç ya da mekan değil varlıksal bir durum olduğundan süreç sonrası oluşan durumun yokluktan gelmediği şeklinde anlaşılmamalı. Demek istediğim yokluktan bir şey çıkınca zaten yokluk yoktu varlıkla birlikte eş zamanlı bir şey çıktı ifadesi yanlıştır. Yokluğu akıp giden bir zaman veya sınırları olan bir yer gibi düşünmek hatalıdır. Yokluk durumunda bir şey ortaya çıktığı zaman bu oluş yokluğa aittir. Doğru bir şey yokluktan ortaya çıktığı zaman yokluk yok olur ama bu ortaya çıkan şey hiçbir mantık yasasının ve varlığın olmadığı bir durumdan yani yokluktan çıkmıştır ve yokluğa ait bir oluştur.


 Üstelik yokluktan var oluşun getirdiği başka sorunlar da vardır. Bir şeyin olabilmesi için onun en az bir niteliğe sahip olması ve bir nesnesi olması gerekir. Bu da onun mantık kurallarına uyması gerektiği anlamına gelmektedir. Örneğin yuvarlak bir kare yoktur. Yuvarlak kare ifadesi iki kelimenin yan yana geldiği ve başka hiçbir şeyi ifade etmeyen bir ifadedir. Adadadad kelimesinden hiçbir farkı yoktur. Çünkü bu da saçma ve anlamsızdır, bir şeye karşılık da değildir. Yokluktan adadadad diye bir şey çıkabilir mi? Hayır, çıkamaz. Çünkü adadadad diye bir şey yoktur. Buradaki adadadad ifadesi bu kelimenin çıktığı ses veya harflerle ifadesi değildir. Bu ses ve harflerin nesnesi vardır. Gerçek olan şeylerdir. Bahsettiğim bizzat adadadad'ın kendisidir. Bu şey gerçekte var olamaz çünkü var olması için bir nesneye sahip olması ve dolayısıyla mantık kurallarına uyması gerekir. Bu da yokluktan eğer bir şeyler çıktığını varsayarsak onun mantık kurallarına uygun olması gerektiğini gösterir. Demek ki yoklukta mantık kuralları işler. Bu kural var olan şeyin mantık kurallarına uygun olması gerektiğinden ziyade tanımsız bir şey var olamaz kuralıdır. Ayrıca bir şeyin var oluşu için en az bir niteliğinin olması da gereklidir. Yokluktan çıkan bir şeyin var olması için niteliğinin olması gerekir. Yoklukta ise hiçbir nitelik ve bu niteliği şekillendiren mekanizma yoktur. Yokluktan çıkan bir şeyin niteliği olmak zorundadır. Bu da yokluktan çıkan şeylerin bu mantık kuralına takıldığını gösterir.


 Dikkat edilmesi gereken nokta yoklukta "Hiçbir şey kendi potansiyelinden fazlasını veremez ." ilkesinin de olmadığıdır. Bu yüzden yokluktan bir şeyler çıkacağını iddia eden birisinin bu ilkenin de yoklukta olmadığını kabul etmelidir. Eğer yokluktan anladığımız şey mantık kurallarının olduğu ve diğer hiçbir şeyin olmadığı durum ise zaten "Yokluktan yokluk çıkar, hiçbir şey kendi potansiyelinden fazlasını veremez." ilkeleri gereğince yokluktan yokluk çıkması gerektiğini kabul etmek zorundadır. Kendi potansiyelinde fazlasını verememe fizik kuralı değildir. Potansiyel ise maddi olarak enerji anlaşılmamalıdır. Bu yüzden yokluktan çıkan şeylerin nitelik sahibi olmaları eğer potansiyel ilkesinin de olmadığını kabul edersek fazla şaşırılması gereken bir şey değildir. Ancak burada vurgulanan nokta yokluktan nitelik sahibi şeylerin çıkması değildir. Yokluktan çıkan şeylerin niteliğinin olması gerekliliğidir. Yani yokluktan niteliksiz şeyler çıkamayacağı için yoklukta oluşan bu var oluş bir mantık kuralına uymak zorundadır. Yokluk niteliksiz şeyler çıkaramaz. Bu da yoklukta yine başka bir ilkenin geçerli olması gerektiğini gösterir.


 Yoklukta "Hiçbir şey kendi potansiyelinden fazlasını veremez." ilkesinin olmadığı da kabul edilince yokluktan bir şeylerin çıkması-yukarıda sayılan sebepleri tamamen göz ardı etsek bile-imkansızdır. Çünkü potansiyelden fazla verememenin olmayışı illa ki bir şeyler verileceği anlamına gelmez. Bizzat oluşun yani bir şeyler vermenin kendisi de bir ilkeyi, olguyu gerektireceğinden yoklukta da hiçbir ilke ve olgu olmadığından yokluktan hiçbir şey çıkamaz. Ancak yokluktan hiçbir şey çıkamaz ise yokluk kendi olmayan potansiyelinden fazlasını veremiyordur. Hiçbir şeyi veremeyen yokluk durumunda hiçbir şey kendi potansiyelinden fazlasını veremez ilkesi vardır. Bu yüzden mutlak anlamda yokluk yoktur. Mutlak yokluğun gerçekte olmaması değil bizzat farklı mümkün durumlarda ya da potansiyel olarak da yokluğun olamayacağı vurgulanmaktadır. O yüzden bir şeylerin var olması zorunludur.(Zorunlu varlık) Çünkü mantık kurallarının olduğu bir yokluk düşünsek bile bu yoklukta mantık kurallarını şekillendiren, oluşturan ve onları varlığın temeline oturtan yani mantık kurallarının temelini oluşturduğu şeylerin kendileri(varlıklar) olmak zorundadır.


 Yoklukla ilgili son bir şey şu an maddenin zaman ve mekanı içkin olduğu yani maddenin var oluşuyla birlikte zaman ve uzayın olacağı bir gerçektir. Bu durumda madde zaman-mekanla nedensel ilişkiye girer. Bu da yokluktan şu anki madde çıksaydı zamanı ve mekanı gerektirecekti demektir. Yokluktan çıkan maddeler nedenselliği gerektireceğinden yoklukta nedensellik dışı madde oluşamaz. Soyut varlıkları nedensellikten muaf tutup(aslında tutmak doğru değil) maddeyi nedensellik içinde görüp yokluk rastgele olarak iki tür varlık da çıkarıyor demek yine yokluğa rastgele bir sistem atfetmektir. Üstelik rastgelelik en temel mantık kurallarından biri olan yeter-sebeple de çelişmektedir.(Buridan'ın eşeği). Bu şekilde rastgeleliğin kendisini bizzat yokluk kavramı dışında da kabul etmek için bir sebep yoktur ve sağduyuya da tamamen terstir. 


 Etrafta gördüğümüz her şey mantık kurallarına uygundur. Yokluktan çıkan şeylerin mantık kurallarına uygun olması zorunlu değildir(Yukarıda gösterdiğim gibi aslında zorunludur ancak mutlak yokluk olsaydı böyle bir şey olmak zorunda değildi.). Örneğin çelişmezlik ilkesine ters şeyler de olabilirdi. Bu da aslında yokluğun mutlak olarak olmadığına dair etraf ve gözlemden getirilen bir delildir.


 Mutlak yokluğun olmadığını gösterdim. Bu kısım sanırım ilk iki maddenin iyi bir açıklaması olmuştur.


 Mutlak yokluk yoktur. Mantık kuralları evreni aşkındır ve evrenden oluşmadan da vardı. Nedensellik mantık kuralıdır. Evren nedenselliğe tabidir. Eğer nedensellik fizik kuralı olsaydı, fizik yasalarını aşkın olan varlıklara işlemeyecekti. Oysa ezeli ve ebedi bir Tanrı'ya inananlar onun iradesinin de ezeli olduğunu kabul edenler Tanrı olmasaydı onun iradesinin de olmayacağını bilirler. Görüldüğü üzere zamanı aşkın ve süreç geçirmeyen Tanrı onun iradesine sebeptir. Yahut herhangi bir soyut varlığı düşündüğümüzde de onunla nedensel bir ilişkiye gireriz. Düşünceler de bizzat soyut varlıklar olduğu için düşünceler de buna dahildir. Bu örnekler nedenselliğin mantıksal bir yasa olduğunu destekleyen örneklerdir. Aynı şekilde çelişmezlik de bir mantık yasasıdır.


 Big bang öncesinde yine madde olduğunu varsayarsak(varsayma kısmı önemli) maddenin o halini de evren kavramı içine dahil edip rastgele dalgalanmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Bu görüşün önemli kısmı mekanik işleyen determinist bir süreç yoktur. Öyle olsaydı ezeli mekanik sistemin sonuçlarının da tamamlanmış olması gerekirdi(Yazıda değinildi). Ezelden beri var olan dalgalanmalar tamamen şansa bir dalgalanma sonucu evreni oluşturdular. Rastgelelik burada geciktirici faktör oynamakta.


 Nedensellik mantık kuralı olduğundan indeterminist bu model oyuna baştan 1-0 yenik başlamakta. Bunun dışında evren oluşmadan önce ne olduğunu bilmiyoruz. Eğer evrenle birlikte zaman ve mekan da var olduysa bu evrenin nedenini madde dışında aramamız gerektiği anlamına gelir. Ancak evrenin nedeninin maddede aranması için öncelikle evrenin nedeninin madde olduğunun bilinmesi gerekir. Bu bilinemeden bu şekilde evreni açıklamanın bir değeri yoktur. Sadece Leibnizci veya başka kozmolojik argümanlara itiraz şeklinde getirilebilir. O da mümkün bir olayın gösterilerek argümanı devre dışı bırakma amacıyla yapılması şeklinde olabilir. Ancak bu itiraz nedenselliği devre dışı bırakarak çok büyük bir sorunu içeriyor kendi içerisinde. Bu itirazda bahsedilen indeterminizm ontolojiktir. Gözlemlerin belirleyemediği bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir belirlenimsizlik(indeterminizm) söz konusu değildir. Ontolojik indeterminizm içeren bu itiraza göre hiçbir şekilde belirlenebilen bir şey yoktur. Çünkü belirleme fiilinin öznesi ve nesnesi yoktur. Tamamıyla rastgelelik üzerine kuruludur. İşleyen mekanik bir süreç olmadığından parçacıkların hareketleri hiçbir şekilde belirlenemeyen ve bir nedeni olmayan hareketlerdir. Bu rastgele hareketler sonucu evrenin oluşabileceği iddia edilir. Ancak bu parçacıklar da en nihayetinde maddedir ve zaman-mekana tabidirler. Bu da onların zamana ve mekana içkin olduklarını dahası zaman ve mekanla nedensel ilişkiye girdiklerini gösterir. Aynı şekilde evrene içkin olan bu maddelerin nedenselliğe tabi olmaları gerekir. Ezeli olsalar bile onların hareketlerini ve farklı davranışlarını etkileyen etmenler olmalıdır. Rastgele dalgalanmalar temel bir mantık kuralı olan ve oluşun olduğu her vakit olan nedenselliğe terstir. Bu yüzden bu itiraz da geçerli değildir. Ayrıca başka bazı sorunlar da vardır.


 I- Nedensellik temel bir mantık kuralıdır, bu yüzden rastgele dalgalanma olamaz. Mutlaka bir sebep olmalıdır. Çünkü bu varlıklar akıl, irade ve bilince sahip değiller. Hareketlerini belirleyen başka bir sebep olmalı. Çünkü sebepleri kendinde olamaz. Sebep olursa bu onu işleyen mekanik bir sisteme çevirir. Bu da onun ezeli olması halinde tüm hallerinin ve süreçlerinin ezelde tamamlanması anlamına gelir.


 II- Rastgele dalgalanmaları kabul edersek bu rastgele dalgalanmalar en başta uzay-zamanla nedenselliğe tabi olacaklar ardından da örneğin big bangi oluşturanlar bu dalgalanmalarsa big bang'e neden olacaklar. Bir sebebi olmayan bu dalgalanmalar nedenselliğe aykırıdır. Bunun dışındadır. Bunun dışında olan şeyler, bir şeyin sonucu olmayan şeyler bir şeye neden de olamazlar. Bu varlıklar akıl, irade, bilinç, bilgiye de sahip değillerdir. Bu yüzden hiçbir şeyin sonucu olmayan yani nedensiz olan Tanrı'nın her şeye neden olmasıyla karıştırılmamalı. Tanrı; akıl, bilinç, irade ve sonsuz ilim sahibidir. Üstelik Tanrı'nın yaratmasındaki sebep onun sonsuz kudreti ve ilmidir. Tanrı'nın varlığı sebepsizdir, ezelidir. Ezelden beri varlıklarını kabul ettiğimiz hayali parçacıkların varlığını bir sebebe bağlamıyoruz. Onları da Tanrı gibi ezeli kabul ediyoruz. Ancak bu parçacıkların işleyişinde nedensellik yok ise bir şeye neden olamayacaklardır. Tanrı'nın işleyişinde bile örneğin onun yaratmasında onun kudretinin sebep olduğunu kabul ediyoruz. Bunda bir sorun yok ama parçacıkların işleyişinde nedenselliği kabul etme gibi lüksümüz yok o zaman rastgele dalgalanma itirazı çöker. Ayrıyetten Tanrı'nın işleyişinde nedenselliği kabul etmesek bile o akıl, irade, bilinç ve ilim sahibi olduğundan bir sorun çıkmayacaktır. Çünkü bu nitelikler kendinde sebebi oluşturur. Oysa ki madde de bunlar da yoktur. Yani hangi durumu ele alırsak alalım iki farklı durumda da maddenin kendinde sebebi olamayacağı ve bundan dolayı da eğer nedenselliğe tabi değillerse bir şeyin sonucu olmadıkları gibi nedeni de olamayacakları gözükmekte. Bu yüzden rastgele davranan hayali parçacıklarımız gerçek olsalar bile bir big bang oluşturamazlar.


 III- İndeterminist parçacıklar big bang oluştursa bile determinist bir evren oluşturamazlar. Objektif indeterminist yani tamamen belirnenimsiz ve nedensellik üzerinden çalışmayan bir varlığın ki bu imkansızdır bir evreni oluşturduğunu hayal etsek bile bu evrenin determinist bir evren olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Kuantum dünyasında ontolojik indeterminizm olsa bile bu nedenselliğe bir zarar vermez daha doğrusu veremez. Bu ontolojik indeterminizm bize sadece bu hareketlerin nedeninin madde olmadığını bu sebepleri madde dışında aramamız gerektiğini gösterir. Bu yüzden en nihayetinde kuantum dünyası da evren de deterministtir. Bu determinizm bilgi eksikliğinden kaynaklı indeterminizmle uyuşturulabilir ama tamamen sebepsiz varlıksal bir indeterminizmle uyuşturulamaz. Nihayetinde madde üstü sebebin ne yapacağını bilemesen bile onun bir sebep olduğunu bilirsin. Böylelikle işleyişin determinist olduğu anlaşılır. Nedenselliğe uymayan bir varlığın birden bire big bang sonrasında bu ilkeye uygun hale gelmesi beklenmeyen bir durumdur. Rastgele ve sebepsiz dalgalanan bir şeyin zaten bir etkiye tepki veremeyeceği ortadayken big bang gibi bir olayın bunu sağladığı iddia edilemez. Bu durum fiziksel bir hal değil varlığın oluşundaki temel olduğu için hiçbir şekilde bahsedilen determinist evrene atlama olayı da gerçekleşemez. Nedensiz varlığın nedensiz şekilde determinist olup da başka şeyler olmaması örneğin her şeyi(bilip bilinmeyen) var etmemesi ya da bambaşka oluşlara yönelmemesi ortadayken sadece oluşundaki mantıksal bir işleyişi değiştirmesi de imkansızdır. Bu yüzden indeterminist şekilde oluşan bir evrenin determinist işlemesi mümkün değildir.


3- Nedenselliği Allah'a uygulamamak


 Allah'ın nedeni ne? Basitçe sebebi olmayan bir şeye sebep sormak bekar birisine eşin kim diye sormak gibidir. Tanımlı bir şeye karşılık gelmez. Ana yazım Leibnizci Kozmolojik Argüman temel Leibnizci argümandan biraz farklı. Leibniz'in ortaya attığı argüman benim bahsettiğim şekilde değil. Leibniz'in kullandığı zorunlu ve mümkün varlık kavramlarını alıp Kelam argümanıyla bir sentez yaptım. Zorunlu varlıktan bahsederken ise mümkün varlıkların her birinin bir sebebinin olması ve bu yüzden en uç zincir(bu zincir sonsuza kadar gitse bile fark eden bir şey yok.) de mutlaka zorunlu varlığa dayanması gerekir demiştim. Zorunlu varlığa sebeplerin en başı diyerek mümkün varlıklardan yola çıkarak ulaştım. Bu yüzden Allah'a keyfi olarak bir zorunluluk atfetmiyor, mümkün varlıkların ve oluşun kendisinden yola çıkarak zorunlu varlığa ulaşıyordum. Bu yüzden bu sebep zincirinin nedenselliğin getirdiği mantıki bir kural olarak başta zorunlu bir varlık olmalıdır. Üstelik nedensellik var olmaya başlayan şeylerde sebebin kendinde olamayacağına başka bir sebep aranması gerektiğini söyler. Var olmaya başlamayan ezeli ve ebedi bir varlık için bu soruyu sormak bekar birisine eşin kim diye sormaktır. 


4- Tek bir nedene bağlamak



 Argümanın sonucunda bir yaratıcıya olan gereksinim gösterildikten sonra yaratanın neden tek bir Tanrı olduğu sorulabilir. Bu argüman öncelikle 3 semavi dinin İlah'ını tek başına kanıtlayan bir argüman değildir. Bu argümanın ortaya koyduğu şey basitçe ilk sebebin ve yaratıcının akıl, irade ve kudret sahibi olması gerektiği yani bilinç ve zihin sahibi bir varlık olduğudur. Birden fazla Tanrı'nın yarattığına inanan politeist görüş veya bu evrenin simülasyon olduğu, laboratuvarda oluşturulduğu gibi görüşler-politeist görüş, simülasyon ve evren yaratan fizik profesörü görüşünden çok daha mantıklıdır kanımca- bu argümanın çürütmek istediği şeyler değildir. Bunlar Tanrı'nın sıfatları konusuna girer. Dini metinlerin, vahyin ve Tanrı'nın sıfatlarının birlikte ele alınması gereken başka bir konunun özüdür. Burada ifade edilen ise ilk ve zorunlu varlığın mekanik olamayacağı, bu yüzden madde olamayacağı, irade, bilinç ve kudret sahibi olması gerektiği, rastgele ve sebepsiz dalgalanmalara ithafen maddenin olamayacağı veya madde dışında herhangi bir nedensiz ve rastgele oluşumun olamayacağıdır. Bu yüzden black and white fallacy denilen sadece iki şıktan birinin seçilmesi gerektiğini söyleyen mantık hatası da buraya itiraz olarak getirilemez. Çünkü ele alınan konuda sadece iki şık varsa ve diğerleri imkansızsa bunun bir anlamı olmayacaktır. Ancak bahsettiğim gibi burada iki şık olmasa bile kalan tüm şıkları elediğimiz için herhangi bir sorun bulunmuyor. Sadece madde ve Tanrı ikilisini ele almayıp, evrenin hiçlikten çıkabileceğine dair veya ezeli olup da rastgele olarak meydana gelen bilinçsiz ve iradesiz evren modellerinin imkansızlığını da ortaya koydum. Biraz önce dediğim gibi ezeli ve rastgele modele illa maddeyi koymak da gerekmez. Bu tamamen farklı bir soyut sebep de olabilir. Bu yüzden o ihtimaller de elenmiş olur. Nihayetinde argümanda da bahsedildiği gibi ilk sebebin zorunlu olmasının yanı sıra iradeye sahip olması gerekliliği de gözükmekte. 




31 Ağustos 2018 Cuma

Düzeltme

Leibnizci Kozmolojik Argüman yazısında düzelttiğim iki cümle oldu. Bir tanesini yazıda altta 3 yıldız şeklinde belirttim. Diğeri ise Tanrı ve evren ezelidir şeklinde yazdığım bir yerde oldu. Tanrı veya evren demek istediğim öncülü yazının ispatlamaya çalıştığı şey ve kendi görüşüm olarak(sadece) Tanrı ezelidir şeklinde değiştirdim.

4 Ağustos 2018 Cumartesi

Leibnizci Kozmolojik Argüman

 Alman filozof Gottfried Leibniz tarafından ortaya atılmıştır. Geçmeden önce zorunlu ve mümkün varlıkların kısaca tanımını yapmak gerekir.

 Zorunlu varlık: Vacibul vücud diye de bilinir. Ezeli, ebedi, her zaman ve durumda mutlak olarak var olan varlıktır. Varlığın zihinde(idea veya kuvve hali) ve nesnel dünyadaki varlığını kapsar. Bu iki şartı da sağlayacak şekilde var olandır.

 Mümkün varlık: Mutlaka başı olan ve olmadığı bir zaman ya da durumun olduğu varlıktır. Zihinde var olanı kapsar. Gerçek dünyada bir karşılığa gelebilir ancak gelme zorunluluğu yoktur. Spinoza, Descartes gibi felsefeci ve diğer çoğu felsefeciye göre aynı zamanda bir sebebe bağlı olan varlıktır. 

 Bir de hiçbir şeye denk gelmeyen kelimeler var. Bunlar tanımlanamaz. Yuvarlak kare ya da aynı anda evli ve bekar olan kişi gibi. Bunlar mümkün varlık değillerdir. Ancak duvarların içinden geçen bir hayalet mümkündür. Çünkü tanımlanabilir ve bu evren veya başka evrenlerde bu varlık gerçeklikte de var olabilir.

 1- Mümkün varlık vardır
 2- Mümkün varlıkların bir sebebi vardır
 3- Bu sebep kendisinden farklı bir varlık olmalıdır.
 4- Bu sebepler mümkün varlıklara veya zorunlu varlığa dayanmaktadır. Mümkün sebepler de eninde sonunda zorunlu bir sebebe dayanacaktır. 
 5- Zorunlu varlık vardır
 5.1- Zorunlu varlık ya mekaniktir(madde gibi) ya da irade sahibidir.
 5.2- Mekanik olsaydı sonuçlar da zorunlu olacaktı
 5.3- Mümkün varlıklar olduğuna göre zorunlu varlık irade sahibidir
 5.4- O da Tanrı'dır


 Leibniz'in ortaya attığı ilke yeter sebeptir. Buna göre her mümkün varlığın bir yeter sebebi vardır ve bu sebep en az o varlık kadar mükemmeldir. Yeter sebep a priori kabul edilir genellikle. Buna yapılan itirazlar vardır. İtirazlar maddelerin içindedir.

 1- Mümkün varlık vardır.

 Mümkün varlık yukarıda tanımı verildiği üzere başı olan ve başı olduğu için başka bir şeye muhtaç olan varlıktır. Bir şey kendine olmadığı durum/zamanda etki edemeyeceği için kendini yoktan var edemez, sebepsiz var olamaz. Kısaca mümkün varlıklar diye bahsedilenlerin olmadıkları bir durum/zaman olduğu ve var olmaya başladıkları için mümkün varlık vardır doğru bir ifadedir.

 2- Mümkün varlıkların bir sebebi vardır

 Yeter sebep dediğimiz bu ilkeye göre mümkün varlıklar kendi başlarına var olamazlar. Bir yeter sebebe ihtiyaçları vardır. Sebepsiz var oluş imkansızdır çünkü sebep olmazsa hiçlikten varlık çıkmayacağı veya olan bir durumun değişmeyeceği genel kabul görülür. Bu kabulün dışında bir şeyin kendi başına ve sebepsiz var olacağını kabul edersek neden her şey yok gibi bir soruyu cevapsız bırakmak zorunda kalırız. Her şeyden kasıt aklımıza gelen gelmeyen her şeydir. Örnek olarak yukarıdaki gibi duvarların arasından geçen hayalet mümkün bir varlıktır. Ancak böyle bir şey gerçekte yoktur. Bunun ortaya çıkması beklenirdi. Çünkü bir sebebe bağlı değil. Bir sebebe bağlı değilse ya hiçbir şey olmayacak ya da varlıkların kendi kendilerine var olabileceği seçeneklerinden ikincisini kabul etmiştik. Sebebe bağlı olmayan ve kendi kendine var olabilen varlıkların doğal olarak bu konuda bir sınırlayıcıları kalmamıştır. Aynı zamanda hayalet ve bir elma kendi kendine sebepsiz var olabiliyorlarsa bunlar arasındaki ayrım neye göre yapılmaktadır ki biri var diğeri yok? Bu soru da cevapsız kalmaktadır ve bu sebepsiz var olma işi mekanik bir durum olduğu için-sebepsiz var olmayı bir iradeye atfedersek sebebi olur.- hayaletin de var olmasının zorunluluğu görülmektedir. Mekanik işleyiş ayrım gözetmediğinden ve iradesi olmadığından elma veya evren veya madde aklına gelen her var olan mümkün varlık olduğu için var olmayan mümkün varlıkların da-hayalet gibi- var olması gerekirdi. Dolayısıyla bir yeter sebep olmak zorundadır.

 Kuantum teorisine göre hiçlikten var olup sonra yok olan parçalar gözlemlendi mi?

 Yoktan var olmanın büyük bir mantıksal sorun getirdiğini fark edenler bunu sadece kuantum parçacıklarına uygulayarak en azından sorunları biraz azaltmışlardır ama bunun neden bu parçalarla sınırlı kaldığı bu görüşü kabul edenler için hala cevaplanması gereken bir sorudur. Bahsedilen kuantum vakumundan çıkma olayı ise kısaca enerjinin maddeye dönüşümü sonra da tekrar enerjiye dönüşmesidir. Krauss tarafından atılan iddia boşlukta bazı parçaların yoktan var olduğu evrenin bu şekilde oluşabileceğidir. Aynı iddianın benzeri Hawking tarafından dile getirilmiştir. Kuantum vakumu boşluk değildir. Kuantum boşluk alanında örneğin elektromanyetik alanda kuantum dalgalanmaları gerçekleşiyor.¹ Bu konu daha çok dolanıklık, yerel olmayan nedensellik, Aspect deneyleri, EPR ile ilgili olsa da konumuzla ilgili kısımları şunlardır. Kuantum vakumu gerçek boşluk değildir. Ortaya çıktığı sanılan parçacıklar enerjinin maddeye ve sonrasında tekrar enerjiye dönüşümüdür.

 Kuantum teorisi kimilerince indeterminist bir teori olarak ele alınır. Kuantum teorisinin indeterminist olduğu ispatlanmamıştır. Einsteincı görüşe göre kuantum dünyası da deterministtir.² Epistemolojik bir indeterminizm vardır. Bizler elimizdeki aletlerle, kavramsal sınırlılıklarımızla veya başka sebeplerimizle bunu belirleyemeyiz. Diğer görüş ise ontolojik indeterminizmdir. Benim katıldığım da budur. Deizm yazısında biraz değinmiştim. Ancak bir şey indeterminist olsa bile nedenselliğe aykırı olduğu söylenemez. Bunlar sebepsiz değil sebebi anlaşılamayan, kestirilemeyen şekilde ortaya çıkıyor demektir. Ayrıca ontolojik indeterminizmi savunan teist ve panteist kimi filozoflara³ göre bu ontolojik indeterminizmi gideren Tanrı'dır. Yani evren ontolojik olarak indeterminist olmasına rağmen deterministtir.

 Sınırlı bir zamana dayanan ve öncesinde hiçbir madde, ilke ve yasanın olmadığı bir durumda maddenin kendi kendisine ortaya çıkması imkansızdır. Bu bizzat fiziksel bir yasa değil ontolojik bir sonuçtur.


 Ayrıca bu var oluşu gerçek kabul etsek bile bazı sorunlar karşımıza çıkmaktadır.

 1- Zaman ve uzay big bangle var olduğuna göre kuantum dalgaları nasıl var oldu?

 Bu soruya zaman ve mekan bu parçaların var oluşuyla birlikte var oldu diye cevap verilebilir ama gerçek anlamda hiçbir şey yokken ve dolayısıyla fizik kanunları da yokken parçacıklar neden var oldu? Neden belli yasalara uygun olarak var oldular? Ayrıca gerçekten hiçbir maddenin, hiçbir fiziksel yasanın ve ilkenin ve hiçbir soyut varlığın(materyalistlere göre) olmadığı bir durumda yokluğun yokluk durumunu sürdürmesi gerekir. Hiçbir şeyden bir şeyler çıkaracak bir ilke ya da yasa, mantıksal durum olmadığı durumda yokluktan bir şeylerin çıkmasını beklemek absürttür.

 2- Eğer parçalar kendiliğinden var olabiliyorlarsa ve başı olduğu için mümkün varlıklar olduklarına göre mekanik bir işleyişe tabi olmalarından ötürü ezeli olmaları gerekir. Bu çelişki içerir.

 Zaman bu parçalarla birlikte var olmaya başladığı için bunların olmadığı bir zaman yani önceleri yok denebilir. Bir bakıma çakma ezeli varlıklar denilebilir ama mümkün, zorunlu, ezeli varlık kavramları zamanla işlemez. Zaman olmasa bile bir varlığın olmadığı bir durum(zaman değil) varsa o ezeli ve zorunlu varlık değildir, mümkündür. Hatta ezeli, zorunlu varlık kavramının tamamen zaman üstü olması gerekir. Çünkü zamanı içeren evrende gerçek sonsuzluk yoktur. Bu başka bir konu ama evrene içkin varlıkların sonsuz olamayacağı anlaşılmalıdır. Buradan hareketle Tanrı yoktur denemez.

 3- Termodinamiğin 1. yasasıyla çelişmektedir.

 Buna da benim 1. madde de verdiğim gibi fizik yasaları yokken termodinamiğin bu yasasından bahsetmek de gereksizdir diye cevap verilebilir. Ben de şu şekilde bir cevap veririm. Termodinamik yokken kendini var edebilen dolayısıyla diğer fizik yasaları da yokken kendini var edebilen bir şey var olduktan sonra neden kendini bu yasalarla sınırlasın? Daha doğrusu madde mekanik bir işleyişe sahip olduğundan(yani irade sahibi olmadığından) başlangıçta herhangi bir yasaya bağlı olmayan maddenin bir süre sonra da olmaması gerekir eğer onu bu yasalara uymaya itecek bir sebep yoksa. Maddeden başka cevheri kabul etmeyen materyalist ve natüralistlere göre maddenin kendi işleyişi bu sebep olamayacağından çünkü iradesi yoktur mekanik işler ve madde kendi içinde bu yasaları barındırmadığından fizik yasalarının çıkması imkansızdır.

 4- Evrenin toplam enerjisi 0'dır

 Pozitif enerji ve negatif enerjinin toplamı sıfırdır. Evren genişlemesine rağmen evrenin enerjisi sabit kalmaktadır. Bu çekim enerjisinin dengeleyiciliğinden kaynaklanmaktadır. Bu sayı başka bir şey de olabilir. Yer çekimine verilen negatif değer insanların değerlendirmesidir. Sonuçta evrenin başından beri enerji korunmaktadır.⁴ Bu da enerjinin 0 veya başka bir şey olmasına rağmen yokluk ile eş değere sahip olmadığı anlamına gelmektedir. +5 ve -5 toplamı 0'dır ancak bu 5 ve -5'in yok olduğu anlamına gelmez. 0 değer bulabilmek adına bile kendinden bahsedilen bir şeylerin varlığını ve kavramsal olarak kendi varlığını gerektirir. Kısacası 0(gerçekten negatif enerjiyi bu şekilde isimlendirsek bile) yokluk değildir.

 Verdiğim kaynakta da evrenin küçük kısa süreli kuantum titreşimlerinden birinin sonucu oluştuğu yazıyor. Ancak uzay ve zamanın, hiçbir fiziki veya başka bir ilkenin olmadığı üstelik herhangi bir etkinin ya da sebebin olmadığı durumda parçaların belli ilkelere göre sebepsiz var olup sonra da yok olduğu gibi mantıksal hatalar içeriyor. Kısacası bu kişiler "universe from nothing" derken aslında bir bakıma maddenin ezeliliğini savunuyorlar. Maddeler yokluktan gelse bile süreç ezeli olarak devam ediyor. Ayrıca gerçek hiçlik ya da yoklukta bu parçaların olmaları imkansızdır. Bunu yukarıda açıkladım detaylıca ve altta bir maddede daha bununla ilgili değindim. Ancak bu tarz fizik siteleri felsefi hatalara merakladırlar. Doğru olanı al, gerisini at mantığının doğru bir şey olduğunu yanlış bilgiler yüzünden tümü çöpe atmamak gerektiğini savunuyorum.

 Peter van Inwagen'ın Önermesi

 Bu da yeter sebep ilkesine getirilen itirazlardan biridir. Kısaca şudur. Mümkün varlıkların yeter sebebi zorunlu varlık olamaz. Çünkü zorunlu varlık bir şeye sebep oluyorsa sonucu da zorunludur.
Zorunlu sebep zorunlu sonucu sıkı gerektirir. Mümkün varlıklardan yola çıkarak yeter sebebin olmadığını söyler. Eleştiriye katıldığım yerler var. Bu argüman zaten zorunlu sebebin mekanik bir işleyiş ya da madde olamayacağını bir iradeye sahip güç olması gerektiğini söyleyen 1.2. maddede kullanılmaktadır. Ancak argüman Tanrı'nın iradesine dayandırıldığı için böyle bir sorun kalmıyor. Bunu şu şekilde özetlemek iyi gözüküyor.

 1- Tanrı dışındaki her şey yaratılmıştır.
 2- Bunlar mümkündür.
 3- Tanrı zorunludur ve iradesi vardır.
 4- Ezelden beri Tanrı'nın bir şey yaratmaya dair bir bilgisi olduğunu düşünelim. Böyle bir irade hemen gerçekleştirilmek zorunda değildir. Örneğin araba almayı düşünüyorsunuz. Bu bilgi sizde var.  Bu iradenizi hemen değil de 2 ay sonra gerçekleştirebilirsiniz.
 5- Tanrı'nın iradesi bu yönde hemen gerçekleşmek zorunda olmadığından Tanrı dilediği zaman(Allah zamanı aşkın olsa bile bunu anlatamayacağımız için bu kelimeyi kullandım) bir şeyi yaratabilir.
 6- Dilediği zamanda yarattığı bir şeyin olmadığı bir durum olduğu için mümkündür.
 7- Ayrıca Tanrı'nın ezelden beri hiçbir şey yaratmama iradesi olabileceği için bizlerin oluşumu kesin de değildir.

Argüman kısaca ezelden beri sandalyede oturan adamın dilediği vakit sandalyeden kalkabileceği bu kalkışın mümkün ama ona sebep olan ezeli adamın zorunlu olduğuna burada kilit noktanın irade olduğuna değinir.

 Bu sonuncu maddeye de değinmek gerekiyor. Sonuçta iradeye bağlı olarak ortaya çıksak bile ve mümkün olsak bile eninde sonunda ortaya çıkacaktık. Bizler de çakma zorunlu varlıklar değil miyiz şeklinde gelebilecek bir soruya karşı yazdım. Tanrı bu şekilde dilediği için evet eninde sonunda var olacaktık ve olduk ama Tanrı ezelden beri hiçbir şey yaratmamayı da dileyebilirdi.(Tanrı'nın bazı sıfatlarına ulaşabilsek bile onun iradesi ve diğer zatı hakkındaki bilgilere ulaşamayabiliriz. Tanrı'nın iradesi hakkında bu yüzden fazla konuşmayı sevmem ama büyük ihtimalle Tanrı karar değiştirmez. O yüzden bu kararların ezelden beri olabileceğini yazdım.) Bu şekilde karar değiştirmeden Tanrı'nın bizi yaratmadığı bir durum olabilirdi.

 Evrendeki her şeyin sebebi olması evrenin sebebi olduğu anlamına gelir mi?

 Daha çok kelam kozmolojik argümanla ilgili bir soru olsa da değinmek gerekir. Yeter sebep ilkesi de yukarıda değindiğim gibi fiziksel bir yasa değil mantıki bir sonuçtur. Yani sadece fiziksel varlıklara değil mümkün tüm varlıklara uygulanır. Bunun istisnası da zorunlu varlıktır. Kaldı ki evren fiziksel bir varlıktır, mümkündür, sonradan oluşmuştur. Evrenin kendi parçalarından ayrı bir zuhur etmeyle ortaya çıkan bir şey olarak da değerlendiremeyeceğimize göre böyle olsa bile en nihayetinde fiziki bir varlıktır. Bir sebebi olmak zorundadır. Bilinci zuhur etmeyle açıklayan düalist veya bilinci kabul etmeyen ya da maddesel kabul eden materyalist görüş dışındaki bu zuhurcu görüş bile soyut olan ve fiziksel olmayan bilinci açıklarken de bir sebebi olduğunu kabul edeceklerdir. En nihayetinde her mümkün varlık en baştaki mantıki sonuca takılmak zorunda kalacaktır. Mümkün varlıkların neden kendi kendine ortaya çıkamadığı ve bir sebebe ihtiyaç duyduğu açıklandı. Evren fiziksel bir yapı olduğu zuhur etmeyen bir şey olduğu için ekstra sorunlara da takılacaktır. Evreni tüm parçalara ayırarak bunların bir sebebi olduğu bu tüm parçaların sebebi nedir diye sorulabilir. Evren de bu parçaların toplamı olduğu için bu sebeplerin toplamı evrenin bir sebebi olacaktır. Evren sonradan var olduğu ve için de kendi kendisinin sebebi olamayacak kendisini açıklayamayacaktır.


 Kant'ın ontolojik argümana yönelik eleştirisi bunun için de geçerli midir?

 Kant ontolojik argümandaki zorunlu varlığı içerdiği için kimi kozmolojik argümanların da bu sorunları yaşadığını söylemiştir. Ontolojik argümanı kabul etmeyen bunu da kabul etmeyecektir gibi bir yaklaşım doğru değildir. Kant'ın ontolojik argümana yaptığı eleştirinin de yanlış olduğunu ve ontolojik argümanın geçerli olduğunu düşünüyorum. Şimdilik ontolojik argümanı kabul etmesek bile bu argümanı kabul etmememiz için bir sebep yok. Çünkü ikisinin dayandığı zorunluluk kavramı farklı şeylerdir. Ontolojik argüman mantıksal olarak zorunluluğu içerir. Örneğin gövdesiz dağ olmaz ya da üçgenin üç kenarı vardır. Bunlar mantıki zorunlulukları kendilerinde içerirler. Leibnizcinin dayandığı zorunlu varlık ise mümkün varlıkların sebeplerinden yola çıkarak ulaşılan varlıktır. Zorunlu varlık sadece kendi içinde bunu mantıki olarak gerektirdiği için bu sonuca ulaşmayız. Elbette zorunlu varlık kendi içinde mantıki olarak bunu gerektirir ama bu Leibnizcinin konusu değildir ve zorunlu varlığın varlığına sadece buradan ulaşmak gibi bir zorunluluğumuz da yoktur. Mümkün varlıkların kendi içinde açıklamalarının olamayacağından hareketle zorunlu varlığın mutlaka olması gerektiğine ulaşılır. Nedensellik, gözlem ve a priori olarak kabul edilen ilkelerden hareketle de zorunlu varlığın olmasına dair kesinliğe ulaşılır. Bu ontolojik argümandan farklıdır.


 Var olmaya başlayan her şeyin sebebi var mıdır?

 Kelam kozmolojik argümana getirilen ancak değinmek istediğim bir itiraz. Nedenini yukarıda uzun uzun yazdım zaten. Kısaca toplamak gerekirse gözlemlerimiz, yokluktan yokluk çıkar ilkesi ve yokluğun bir şeyler çıkarmasını kabul ettiğimizdeki büyük problemler. Özellikle bilimin de her şeyin bir açıklaması, işleyişi var ilkesiyle yola çıktığını ve bilimin başarısının da önümüzde olduğu gerçeği önemlidir. Yokluktan yokluk çıkar ilkesi ise yokluğun hiçbir vasfa sahip olmadığı(yasa, ilke, özellik, tercih) bu yüzden yokluğun hiçbir şey ortaya koyamayacağıdır. Bu potansiyele sahip olsa bile yokluk herhangi bir yasa, ilke olmadan işlediği için bu potansiyeli gerçekleştirecek bir etkiye veya tercihe de sahip değildir. Yokluk kendisinden bahsetmemiz için bile zihinde bir varlığı gerektirir. Son olarak yokluğun bir şeyler çıkarmasının da mekanik olan madde açısından ezeliyet gerektirdiğini ve süreçlerin olmaması gerektiğini yukarıda açıkladım.

 Buridan'ın Eşeği

 Buridan'ın attığı bu şeye göre iki yeme eşit uzaklıkta bırakılan bir eşek ikisinden birini tercih edecek yeter sebebe sahip olmadığı için açlıktan ölecektir.


 3 ve 4- Yukarıda uzun uzun açıkladıktan sonra bunlara değinmeye gerek yok. Yeter sebebi kabul eden biri zaten bunları kabul edecektir.

 5- Zorunlu varlık vardır

 Kant'ın itirazında ve yukarda değindim buna da. Mümkün varlıkların varlığı ve kendilerini açıklayamaması zorunlu varlığı gerektirir. Zorunlu varlığa mümkün varlıklardan ulaşırız ama mümkün varlıkların açıklaması zorunlu varlığı gerektirdiği için aslolan zorunlu varlıktır, mümkün varlıklar altta kalan parçalardır.

 Zorunlu varlığın sebebi nedir?

 Kelam kozmolojik argümana gelen bir itirazı yine bu konuyu ilgilendirdiği için yazayım dedim. Tanrı'nın veya zorunlu varlığın sebebi nedir? Öncelikle kelam kozmolojik argümandada leibnizcide de var olmaya başlayan her şeyin yani mümkün varlıkların bir sebebi olduğu söylenir. Zorunlu varlığın veya var olmaya başlamayan şeylerin de bir sebebi olmayacaktır. Bu birkaç madde halinde şöyle cevaplanabilir

 1- Bir şeyin açıklaması onun açıklamasının açıklamasını gerektirmez

 Örneğin bir uçağa bakarak bunun tasarlandığı ve bir mühendise ihtiyaç olduğu anlaşılır. Bu açıklama da mühendisin de açıklaması veya nedenine bakılmaz. Mühendisin açıklaması veya nedeni bilinmese veya olmadığını farz etsek olmasa bile bu uçağın varlığı ve tasarlandığı bu tasarımın da mühendise ait olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü bununla ilgisi yoktur. Yani Tanrı'nın açıklamasını sorarak onun yok olduğu ya da bu argümanların geçersiz olduğuna dair bir sonuç çıkarılamaz.

 2- Zorunlu varlığın varlığına dair ulaşım mümkün varlıkların sebeplerinin bir sonucu olması gerektiğindendir.

 Biraz yukarıda açıklamıştım. Bu sebepler silsilesi öyle ya da böyle bir sona dayanmak zorundadır. Çünkü tersi bir durumda açmazlar oluşur ve bu durumda mümkün varlıkların varlığını açıklayamama gibi bir şeyle karşılaşırız. Mümkün varlıkların bir zorunlu varlığa dayanmasını reddetme durumunda mümkün varlıkların ve dolayısıyla her şeyin aslında olmadığı gibi bir sonuca ulaşmamız gerekir yukarıdaki öncüller ve yokluktan yokluk çıkar ilkesi kabul edildiği taktirde ki bunları açıkladım zaten.

 3- İslam ve Hristiyanlık inanışında Tanrı sebepsiz, varlığı kendinden ve zorunludur. Metafiziktir, ezeli ve ebedidir. Aynı zamanda tasarlanamaz, bir sebebi olamaz, sıfatları sonsuzdur. Kudreti sonsuz olanın başlangıcının olmaması ve zamanı aşkın olduğu için ezeli olması gayet olabilen bir şeydir. Bir şeyin sebebi olması için kendisinin bir sonuç ve var edilebilir olması gerekir. Tanrı var edilebilecek bir şey değil her şeyin sebebidir ve bir şeyin sonucu değildir.*** Tanrı için sebep sormak sebepsiz varlığın sebebini sormak gibidir.

 4- Tarih boyunca çoğu materyalist de evrenin ezeli olduğunu kabul etmişler ve tüm her şeyin sebebinin evren olduğunu savunmuşlardır. Felsefi olarak materyalist Marx, Demokritus gibi materyalistler zorunlu varlığa atıfta yaparak bunun evren olduğunu söylemişler ve bu tarz bir şey kabul edilmemiştir.

 5- Gazali gibi filozoflara da göre evrende gerçek sonsuzluk yoktur. Bu yüzden sonsuz sebep silsilesi aramak gereksizdir. Evrende gerçek sonsuzun olmadığına dair Hilbert'ın oteli örnek verilebilir. Benim vermek istediğim ise şudur.

 Sonsuzdan geriye doğru sayan birisi asla 0'a ulaşamayacaktır. Sonsuz zamana sahip olsa bile bunu başaramayacaktır. Üstelik sadece sıfır değil herhangi bir sayıya da ulaşamayacaktır örneğin -220 ve bunu sayılardan herhangi bir duruma indirgemek mümkündür. Sonsuzdan geriye sayan kişi eğer -220'ye ulaşırsa sonsuzu tamamlamış olur ve -219'u saydığı an sonsuzu aşmış olur. Bu şekilde evrende yaşadığımız zamandan tutun herhangi bir süreçte bir anı veya süreç içindeki bir noktayı yakaladığımız an eğer bu süreçler veya zamanlar sonsuz ise sonsuzu yakalamış ve aşmış oluruz ki sonsuz aşılamayan bir şey olduğu için bu imkansızdır.

 1.1 Zorunlu varlık mekaniktir ya da irade sahibidir

 Bu herkesin kabul edeceği bir şey üzerinde durmanın anlamı yok

 1.2 Mekanik olsaydı sonuçlar da zorunlu olacaktı

 Yeter sebep başlığı altında ve Inwagen itirazında değindiğim üzere mekanik zorunlu sebepler zorunlu sonuçları doğurur. Buz tutmuş bir suyu düşünelim. Bu buz ezelden beri varsa hep buz şeklindedir. Çünkü su halinden donup buza dönüştüğü an buzun bir başlangıcı olacaktır ve ezeliyetini kaybedecektir. Bunu süreçler içinde uygularız. Bir maddeyi düşünelim. Bu madde atomların bir araya gelişiyle oluşsun. Eğer bu atomlar ezeliyse bu maddeyi ezelden beri oluşturmaları gerekirdi. Çünkü bir araya gelip maddeyi oluşturdukları anın ve sürecin bir başlangıcı vardır ve madde mekanik olduğu için yani iradesi olmadığından eğer bu ezeli atomlar bu maddeyi oluşturacaklarsa ya ezelden beri oluşturacaklardır ya da hiç oluşturmayacaklardır. Bu durumda süreç ve yeni oluşan madde kendini oluşturanlar ezeli olsa bile mümkün olacaktır ki bu imkansızdır. Mekanik süreçlerde bir şeyin olacağı varsa o ezelden beri ya hep var olacaktır ya da hiç olmayacaktır. İradesi olmayan bir şey bekleyip bekleyip bir anda bir şey oluşturamaz veya süreç geçiremez. Bu da içinde süreçlerin olduğu evrenimizde maddenin ezeli olmadığını gösterir.

 1.3 Mümkün varlıklar olduğuna göre zorunlu varlık irade sahibidir

 Ezelden beri sandalyede oturan adam örneğindeki gibi bu kişi iradesiyle bir anda kalkmayı dileyebilir. Bu maddeyi zaten inceledim. Özetlemek gerekirse Tanrı zorunludur. Ancak iradesi olduğu için dilediği anda dilediği şeyi yaratabilir. Mümkün varlıklar bu şekilde oluşur.

 1.4 O da Tanrı'dır.

 Sonuca tek tek ulaştığımıza ve her madde de itirazlara değindiğime göre bu sonuç da tercih edilmelidir. Bu Tanrı'nın Kuran'ı indiren olduğunu nerden biliyoruz veya Şintoların inandığı Tanrı olabilir gibi cümleler bu yazının konusu değildir. Ayrıca Neden Teizm Deizme Bakış yazımda neden din olması ve vahyin zorunluluğuna değindim.


*** 3 yıldızla işaretlenmiş olan kısım düzeltildi. demek istediğim tanrı her şeyin sebebidir ve bir şeyin sonucu değildir. anlatım bozukluğu yaparak farklı bir anlaşılmaya yol açmış olabilirim


 Dipnot:


1: https://uwaterloo.ca/institute-for-quantum-computing/news/entanglement-harvesting-vacuum?utm_source=iqc_social_organic&utm_medium=twitter&utm_campaign=NewResearc
2:Albrecht Fölsing, Albert Einstein, s. 585.
3: Örnek: Arthur Peacocke ve William Pollard. Arthur R. Peacocke, Theology for a Scientific Age, SCM Press, Londra (1993). ve William Pollard, Chance and Providence: God's Action in a World Governed by Scientific Law, Faber and Faber, Londra (1958).
4:http://www.physicscentral.com/experiment/askaphysicist/physics-answer.cfm?uid=20120221015143

14 Temmuz 2018 Cumartesi

Belirtilmiş Komplekslik ve Hassas Ayarlar

 "Bir piyango çekilişinde 1 000 000 insan arasından elbette birine piyango vuracaktır. O kişiye piyango vurma olasılığı 1/1 000 000 ise o kişi bunun ardında bilinç mi arayacaktır? Piyangonun ona çıkması hassas ayarlı veya planlanmış bir şey değildir." itirazı pek rastlamadığım ama değinmeyi uygun bulduğum bir şeydir. Piyangonun sadece bir bilet alan birisine çıkma ihtimali milyonda bir olsa da piyangonun herhangi birisine çıkma olasılığı 1'dir yani kesin olması beklenendir. Big bang sonucunda oluşan durumlarda da evrenin canlılığı oluşturacak veya oluşturmayacak şekilde oluşma ihtimali 1'dir. Bahsedilmesi gereken diğer şey ise birbirine yakın olasılıklar her ne kadar çok küçük olsalar da ihtimalleri birbirlerine yakın olduğundan birisinin çıkma olasılığında herhangi bir ayar aramamak doğru olacağıdır. 4 000 000 000 havuz bulunan bir alana gökyüzünden rastgele bir top havuzların dışına düşmeyecek şekilde bırakılıyor. Bu topun herhangi bir havuza düşme ihtimali 1'dir. İlk havuza düşme ihtimali 1/4 000 000 000'dır. Bu durumlarda da herhangi bir hassas ayar aramak doğru değildir. Ancak örneklerin verildiği durumla hassas ayarlar arasında kurulan bağda bir hata vardır. Olasılık olarak çok düşük ve olasılıktan bağımsız ve belirtili bir hedefin varlığına belirtili komplekslik denir. Belirtili komplekslikte kilit kısım anlamlı, belirtilmiş bir varlığın bağımsız olarak var olmasıdır. Bunun örneği şudur. Verilen ilk piyango örneğinden gidersek bu çekiliş Türkiye'de yapılmış olsun ve Amerika'dan gelen William Walker adlı birisi Türkiye'de hiç kimse bu ismi taşımadığından isim olarak tek olsun. Piyangonun herhangi birisine çıkma olasılığı 1'dir ama ismi William Walker olan birisine çıkma ihtimali 1/1 000 000'dur ve burada hassas ayardan söz edilebilir. Bu örneği seçilmiş ve bağımsız olay açısından şu daha şekilde açıklar. Yine bir piyango çekilişi var ve bilet, boyu 2.15 kilosu da 360 kg olan birisi dışında herhangi birisine çıkarsa tüm para yakılacak. Verilen şartların çok istisna ve zor bulunan olması burada önemli husustur. Bu şartları karşılayan sadece bir kişi olduğunu düşünelim. Bu adama bilet çıkarsa paralar yakılmayacaktır. 1/1 000 000 olasılık işte bu adama çıkarsa hassas ayarlı ve önceden bunun planlanmış olduğunu gösterir. Olasılıkların birbirine aynı veya yakın olduğu zaman bir kıyas yapılmasının pek mümkün olmadığını söyledim. Belirtili komplekslik işin içine girdiğinde tüm normal ve basit(karşı) olasılıklar toplanır ve aradaki fark net olarak ortaya çıkar, bu şekilde kıyas yapılır. Örneklerden gidersek William Walker'a para çıkmama olasılığı 999 999/1 000 000 iken çıkma olasılığı 1/1 000 000'dur. Aynı şekilde paranın yanma ve yanmama olasılıkları da böyledir. Bu olasılıklar arasında uçurum derecesinde fark vardır ve kıyas yapılabilir. Evrenin oluşumuna dönersek yukarıda big bang'in evrende canlılığı oluşturacak veya tersi şekilde olma ihtimalini 1 vermiştim. Burada seçilmiş kompleks olay canlılığın oluşmasıdır. Bağımsız, anlamlı, diğer durumlardan farklı ve kompleks(çok düşük ihtimalle kendinden oluşma)'tir. Hassas ayar örneklerine fazla değinmeden birkaç örnekle açıklayabiliriz. Evrenin başlangıçtaki entropisinin düzenlenmesi Roger Penrose tarafından 1/10^10^123 olarak hesaplanmıştır. Big bang tamamen kara delikleri oluşturup evreni canlılığa uygun olmayan bir yer haline de getirebilirdi. Maddenin homojen ve hassas dağıtılması ihtimali de 1/10^10^30'dir. Bunlar hassas ayarlarla ilgili ilk yazıda değindiğim ve kaynaklarını verdiğim şeyler. Yazının konusu da zaten hassas ayarların hesaplanması değil. İnternette veya başka yerlerde bir sürü hassas ayar örneklerine ulaşabilirsiniz. İlk yazımda embesile anlatır gibi anlattığım şey aslında zayıf antropik ilkenin mantık hatalarıydı ve varlığı zorunlu olmayan gözlemcinin gözlemciden bağımsız olan hassas ayarları etkilediği gibi bir sonucun hatasını koyan, bu şekilde bir cümleyle özetlenebilen bir yazıydı. Yukarıda verdiğim hassas ayar örnekleri canlılığın oluşumu gibi bir belirtili ve bağımsız durumu ele aldığından örnek verecek olursak 10^10^123 - 1/10^10^10^123 sayısı canlılığın oluşmaması ihtimaliyken diğer 1'lik kısım canlılığın oluşması ihtimalidir ve bu durumda planlanan, hassas olarak ayarlanan bilinçli bir süreçten bahsetmek mümkündür. Son olarak belirtili komplekse kuantum teorisinin veya başka başarılı matematiksel formüllerin de verilebileceğini söylemek istiyorum. Kuantum teorisi ilk ortaya atıldığı zamanlarda ne kadar şüpheyle yaklaşılsa da birçok teknolojik aletin geliştirilmesinde rol oynamıştır. Herhangi bir matematiksel bir formülle ham maddelerden çeşitli biçimler oluşturulabilir. Ancak işlevsiz hurda yığınlarıdır. Kuantum teorisi veya başka bir başarılı teoriyi ele aldığımızda bunlar işlevli hurda olmayan tasarım harikası ürünler ortaya çıkarabilmektedirler.

24 Haziran 2018 Pazar

Neden Teizm I - Deizme Bakış

 Yazı Tanrı'nın varlığını ispatlamaktan çok Tanrı'nın sıfatları dinler ve deizm üzerine karşılaştırma şeklinde planlanmıştır. Ateizm agnostisizm gibi inanışlara değinme yazının içeriğinin konusu değildir ama iki üç yerde değinilebilir.

 Deizm toplu bir tanımı yapılması güç bir inançtır. Deizmin inanç esasları konusunda farklılıklar bulunmakta ve deistlerin hepsinin kabul ettiği iki şey bulunmaktadır. Bunlar Tanrı'nın varlığı ve vahyin olmayışıdır. Deistler arasında görüş farklılıkları bunlar dışında ortaya çıkmaktadır. Vahiy dışında doğal din dediğimiz bir dini kabul eden deistler bulunmaktadır. Bunun yanında ahireti inkar edenler ve Tanrı'nın sadece varlığını kabul edip onun sıfatları hakkında bir yorum yapılamayacağını hatta Tanrı'nın kusurlu bile olabileceğini söyleyen deizmin agnostizmi adlı bir inanç çeşidi de bulunmaktadır. Tanrı'nın evreni yaratıp müdahalede bulunmadığı bazı deistlerde bulunan ancak deizmin tümüne atfedilemeyecek bir inanıştır. Bakılınca deizmin dayandığı temel, katı akılcılık olarak gözükmektedir. Bunun da ortaçağ katolik kilisesine ve hristiyan inanışına bir tepki olarak doğduğu gözlemlenebilir.

 Doğal din anlayışına göre insan bu dünyaya sonsuz kudretli bir Tanrı tarafından gönderilmiş ve ahiret için imtihan edilmektedir. Bu imtihanın neye göre olacağı sorusu ise doğal dinle cevap bulmaktadır. İnsanın aklı vicdanı ve fıtratından ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini bulup önce Tanrı'yı bulmak şartıyla buna göre yaşamasıdır. Doğal din insan aklı ve fıtratına dayanır. Ancak akla ve fıtrata dayanan anlayış düşünceler ve ahlaki çıkarımlar vahye dayalı dinleri gereksiz kılmaz veya aradan çıkarmaz. Bunlar vahye dayanan bir dinde vahye ait bir delil olabilir. Örneğin İslam dininde Rum Suresi 30. ayet, Fussilet suresi 53. ayet ve Zariyat suresi 20 ve 21. ayetlerde bu durum gözükmektedir. Tanrı'nın sonsuz kudretli çok merhametli iyi ve cömert oluşu deistlerin birçoğu tarafından kabul edilir. Sonsuz kudretli bir Tanrı'nın dilerse vahiy gönderebileceği insanlarla iletişim kurabileceği deistler tarafından kabul edilir ve böyle bir Tanrı'ya inanıyorsa kabul etmesi gereken bir şeydir. Deizmin kesin olarak vahiy olmadığı hakkında bir yargısı bu yüzden oldukça tutarsız bir inançtır. Doğal dinin ulaştırdığı sonuçlar açısından da ortada cevaplanmamış birçok problem ortaya çıkmaktadır. İnsanlar içindeki akıl vicdan ahlaki yargılar(tümü fıtrat olarak alınır) ile ulaşabildikleri sonuçlar evrensel midir tutarlı mıdır ve her soruya cevap verebilir mi? Farklı insanlar kendi içlerinden farklı sonuçlara ulaşabilirler. İnsan öldürmek konusunda herkes kötü ve yapılmaması gereken bir şey sonucuna varabilir. Ancak bunun dışında yalan söylemek iftira etmek veya faydacılık görüşünün ağır bastığı bir yargı konularında ortaya net ve evrensel bir şey çıkaramamaktadır. Örnek verecek olursak iftira etmek ve yalan söylemek konusunda ikisini birden ele alalım. Hiç kimse yalanın veya iftiranın iyi bir şey olduğunu söylemez ama herkes yalan veya iftiranın kötü olduğu konusunda da birleşmemektedir. Ben yalan söyleyerek birisine zarar vermiyorum. Dolayısıyla yalan söylemek meşrudur gibi bir çıkarım olabilir. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da durumların değişebileceğidir. Mesela hayati bir durumda yalan söylemenin kötü olduğunu herkes belirtebilir ancak günlük hayatta birisi giydiği kıyafetini ya da arabasını sorduğunda ona yalan söylemek ona zarar vermeyebilir. Bu durumda insan fıtratının ulaşabileceği net ve evrensel bir yargı yoktur. Evrensel ve net bir yargının olmadığı durumda insan kendi davranışlarını nasıl düzenleyebilir?

 Doğal din açısından bir diğer sorun ise yapılan suçların yaptırımı olup olmamasıdır. Olursa ne olacağıdır. Öldürmek konusunda herkesin kötü bir şey olduğunu düşündüğünü varsayalım. Bu durumda katilin yargılanıp yargılanmaması bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Bazı kişiler bunun büyük bir günah olduğunu ancak sadece ahirette yargılanabileceğini savunabilirler. Bu durumda yargılanma konusunun olması gerektiğine varsak bile hangi suçlarda yargılanma ve yaptırım olacağı konusunda yine ortaya net bir şey çıkmamaktadır. Öldürmek çok uç ve net bir suç kabul edilir çoğu insan tarafından. Ancak hırsızlık zina iftira gibi durumlarda yargılama olup olmaması sonuca bağlanması açısından mümkün gözükmemektedir. Bunların yanında bir diğer husus ise yaptırımların ne olacağıdır. Öldürme örneğinden gidersek çoğu kişi aklın gereği olarak katilin de öldürülmesi gerektiğini düşünebilir. Ancak günümüze baktığımızda çoğu ülke idam cezası uygulamıyor. Bunun dışında insanların duygusal yapıları da infaz cezasına karşıdır ve diğer tüm uç örneklere rağmen(öldürmenin kötü bir şey oluşu konusunda insanların çoğunun hemfikir olması) infaz konusunda çok karışık bir durum ortaya çıkmaktadır.

 Suçların yaptırımı olmadığını söyleyen bir deiste şöyle cevap veririm. İnsanlar kendi yargılarına göre yaptırım uygularsa(burda yaptırımın mecburi gerekliliğini kabul ediyorum çünkü bunun tersi bir durum çok daha kötü ve vahim durumlara yol açıp insan hayatını kaosa sürükler) bu evrensel olmayan bir sonuç doğurur. Bir topluluk farklı yaptırım uygularken başka bir devlet de başka yasaları uygular ve burada sorulması gereken soru şudur. İnsanlar adaleti kusursuz bir Tanrı tarafından gönderilmişken insanlar kendi adaletsizliklerini diğer insanlara uygularsa bu günah değil midir? Doğal din günahı kabul eder ve bu durumda bu yasalardan yukarıdaki sayılan durumları göz ardı edip birini doğru kabul etsek bile diğerleri adil olmayacaktır ve bu günah olacaktır. İnsiyatife bağlı durumlar oluşabilir diyen deistlere ise şu cevabı veririm. Öldürmek gibi bir durumda bile kesin olarak net bir yaptırıma ve diğer hırsızlık zina iftira gibi örnek verilen eylemlere bir yaptırım olup olmaması konusunda bile net bir yargıya ulaşılamazken insiyatife kalması birçok çelişkili durumu ortaya çıkaracaktır. Yaptırım sadece kendisine uygulananın hayatını almakla kalmayacak belki de uygulayanın da vebale girmesini sağlayacak. Üstelik bu sadece iki ya da daha fazla kişiyi değil ondan sonra yargılanacak olanların yani koskoca bir toplumun kaderini etkileyecektir. Adaleti kusursuz olan bir Tanrı nasıl farklı yasaları ve insiyatiflerin tümünü doğru kabul eder? Tabi buraya değinmişken şu soruyu da sormak gerekir. Ebedi hayatını etkileyecek olan sonsuz cennete veya cehennemde kalmanı sağlayacak olan bir imtihan böyle kesin olmayan yargılara ve kurallara bağlanabilir mi? Daha doğrusu kusursuz olan Allah(Allah İslama göre Tanrı veya Rabbin özel adı değildir. Tanrı Rab veya ilah gibi bir kelimedir. Bkz. Enam 3. ayet ve Zuhruf 84. ayet) böyle bir şey yapar mı?

 Yasalar konusuna değinmişken geleceğini hiç sanmadığım ama yine de cevaplamayı istediğim bir eleştiriyi cevaplayayım. Allah'ın şeriatı(yasa) değişmesi yani Kuran'da bahsedilen nehy ve daha önce İbranilere gelen cumartesi yasağı yukarıda bahsedilen tutarsızlıklara örnek olmaz mı? Bunun cevabı aslında basittir ama öncelikle yukarıda anlatılan durumu anlamak lazım. Yukarıda çok yasa olmasından ziyade bir yasanın net evrensel ve tutarlı olmamasına değinilmiştir. Tanrı'nın gönderdiği bir yasada bu durum yoktur. İkinci olarak ise yasalar farklı dönemlerde farklı durumlara göre değişebilir ancak değişen şeyler kökten ve radikal olmaktan çok daha küçüktür. Aynı dönemde yaşayan hatta aynı toplumu paylaşan insanlar için farklı yasaların olmadığı görülecektir. Örneğin Maide suresi 32. ayette bahsedilen bir kişiyi öldürenin tüm insanlığı öldürmüş bir kişiyi yaşatanın da tüm insanlığı yaşatmış olacağı İsrailoğullarına yazılmıştır ve müslümanlar için de geçerlidir. Talmud da yazılıdır bu ayet. Hatta Schindler'in Listesi filminde de şu sahnede buna değinilmiştir.

https://www.youtube.com/watch?v=3g4LxLHoIag

Üçüncü olarak ise cumartesi yasağından gidecek olursak bu yasak özel bir durumdur. İsrailoğullarının işledikleri yüzünden kendilerine özel olarak yazılan bir yasaktır ve istisnai bir durumdur. Yani sadece o kavme ve o kavmin de kendi yaptıkları yüzünden yazılan bir yasaktır. İstisnai durumları ise ancak vahiy yoluyla bilebiliriz. İstisnai bir durumun teizmle tutarlı olması ve deizme atfedilememesi bu yüzdendir.

 Ahirete inanmayan deistler arasında Tanrı'nın dünyaya müdahelede bulunmadığı görüşü daha yaygındır. Bu müdahele etmeme durumunu biraz açarsak Tanrı'nın sürekli yaratma halinde olması veya yaratılan fizik kurallarının işlemesi için sürekli Tanrı'ya ihtiyaç duyması Tanrı'nın her an her şeyi kontrol edip düzenlemesi ve yoluna koyması burada bahsedilen müdahele etme durumu değildir. Deistler de bunu kabul eder ve yaratılan madde ve fizik kanunlarının her an Tanrı'ya muhtaç oluşu basit ve anlaşılabilecek bir konudur. Çünkü Tanrı'ya muhtaç olmayan şey bir bakıma kendi Tanrı'dır ve sonradan var olan hiçbir şey yoktur ki onu yaratana muhtaç olmasın. Tanrı'nın bir bakıma başka bir Tanrı yaratması ise oldukça çelişkilidir. Sonradan yaratılan bir şey kusurlu olduğu için ezeli olan tarafından sınırlandırıldığı için ve yaradana muhtaç oluşundan dolayı Tanrı olamaz. Müdahale etmemeyi mucize göndermemek olarak düşünebiliriz. Mucize kelimesinin içine ister akla mucize denince gelen ilk şeyi doğa üstü olayları alın ister vahyi alın. Tanrı'nın müdahale etmeyişinin sebebi olarak gösterilen "Doğa yasalarının ve evrenin yeterince mükemmel oluşu ve Tanrı'nın bunlara müdahale etmesinin Tanrı'nın evreni mükemmel yaratmadığının göstergesidir." cümlesi oldukça ciddi hatalarla bizi karşılaştırmaktadır. Mükemmel kelimesini burada hiçbir şeye ihtiyaç duymayan kusursuz olarak ele alıyorum. Bunun dışında mükemmel oldukça iyi veya kendi sınırları içerisinde en iyi olarak alınırsa zaten kusursuz olmadığını gösterir. Mükemmellik ise kusursuz ve sınırsız olanı ifade eder. Tanrı mükemmeldir. Ancak onun dışındakiler eksiktir kendi potansiyelleri veya sınırları içinde en iyi olabilirler ama mükemmel olamazlar. Doğa yasaları ve evren mükemmel değildir. Kendi sınırları içinde en iyi şekilde yaratılmış olabilirler. Uzak doğu dinleri gibi maddenin ezeli olduğunu kabul eden dinler hakkında bir şey bilmiyorum bu konuda ancak İslam dininde evren kesinlikle sonradan yaratılmıştır ve muhtaç olandır yani mükemmel değildir. Evreni mükemmel olarak ele alsak bile Tanrı'nın evrene müdahale etmediği hakkında kesin yargı Tanrı'yı sınırlamaktır. Tanrı ise sınırlanamaz. Bu müdahale etmeme durumunun Tanrı'nın sıfatlarından kendisinden kaynaklandığı söylenirse şunu söylerim. Bu durum ancak ihtimal olarak ele alınabilir ve kesin bir şekilde buna ulaşılamaz. Bunun dışında belirtilmesi gereken asıl önemli konu ise Tanrı'nın müdahalede bulunmaması onun her şeyi amaçsız bir şekilde yaratması ve yarattıklarına değer vermemesi gibi sonuçlar doğuracağından bu Tanrı'nın mükemmelliğiyle çelişir.(Burada müdahale etmeme durumunu savunup doğal dine inananları ayrı tutmak gerektiğini belirtmekte fayda var.) Bunu esaslı olarak yazının ilerleyen kısmında incelemeyi düşünüyorum. Diğer bir hata ise Tanrı'nın yarattığı her şeyi mükemmel yaratmak zorunda olmasını düşünmektir. Hepimiz insanların kusurlu olduğunu biliriz. O halde neden Tanrı bir evren yaratıyorsa bu mükemmel olmak zorundadır? Evren de insan gibi mümkün ve sonradan oluşan bir varlıktır. Bu yüzden evrenin mükemmel olmasını beklemenin bir anlamı yoktur. Mükemmelikten kasıt kendi sınırları veya potansiyeli içinde en iyisi en güzeli olmaksa burada yine Tanrı'nın müdahale(mucize veya vahiy) etmediği hakkında kesin bir yargıya ulaşmak imkansızdır.

 Kuantum teorisiyle birlikte Newton'un kapalı evren sistemi görüşü bırakılmış. Evrenin determinist yasalara bağlı olmadığı fikri bilimsel olarak ortaya konmuştur. Işığın gözlemleyene göre farklı sonuçlar vermesi¹ determinist ve materyalist görüşlere karşı bir durumdu. Kuantum teorisi çok geniş ve üzerinde çok teori üretilen bir alan olduğu için bizim ilgilendiğimiz kısım mucizeler ve kuantum ilişkisidir. Kuantum boşluklarının her birinin bir seçenek olup farklı sonuçlar verdiği ve bu boşlukların Tanrı tarafından doldurularak bütün mikro olaylarda Tanrı'nın belirgin bir şekilde rol oynadığı fikri Karl Heim tarafından ortaya atılmıştır.² William Pollard evrendeki yasaların determinist değil seçilmiş olasılıklar olduğunu savunmaktadır. Tanrı kuantum belirsizliklerini belirleyerek olasılıklar arasında bir seçim yapar ve evrenin gidişatını yönlendirir.³ Örneğin suyun yoğunluğunun 1 olması bu boşluklar arasındaki bir olasılıktır ve Tanrı bunu seçerek böyle yönlendirmiştir. Buna göre evrende objektif indeterminizm vardır ama Tanrı'yı işin içine kattığımızda yine determinist bir yapı karşımıza çıkar.⁴ Bir mucizenin oluşmasının aslında evrenin kendi yasaları içinde mümkün olduğu ve Tanrı'nın bu kuantum boşluklarını değiştirerek küçük bir etkiyle büyük mucizeleri de oluşturabildiği ortaya konmuştur.⁵ Mucizelerin oluşumu Tanrı'nın kuantum boşluklarını doldurması ve farklı bir şeyi seçmesiyle oluşabilir diyen bilim adamları kuantum teorisiyle bunu öne sürmüşlerdir. Burada doğru olanın en azından şu an için kesin olarak belirlenemeyeceği kanaatinde olsam da evrenin indeterminist olduğu ve bunun Tanrı tarafından sürekli olarak yaratma şeklinde belli yasaların ortaya çıktığı fikrine daha yakınım. Bunun sebeplerinden biri Rahman suresi 29. ayetle uyumlu olmasıdır. Deizmin hiçbir şeye karışmayan Tanrı fikri ise eğer kuantum teorisiyle ortaya atılan fikirler doğruysa yanlışlanmak zorunda olacaktır. Kesin olarak bu bilinemese bile Deizmin Tanrı'nın hiçbir şeye müdahale etmediği ve mucizeler göndermediği hakkında kesin yargısı oldukça temelsiz ve yanlışlanma ihtimali yüksek olan bir iddia olarak duruyor. Ayrıca bu teorilere göre Tanrı'nın evren yasaları dışına çıkmadan mucize göndermesinin olabileceği ve böylelikle Tanrı'nın kendi koyduğu kuralları bozmadan böyle olaylar olabileceği de ortaya konmuş oluyor.

 Ahiret ve dinin varlığını kabul etmeyen deistler için bir diğer problem inandıkları Tanrı tasavvurundadır. Sonsuz kudretli ilme sahip mutlak ezeli ve ebedi aynı zamanda adaleti kusursuz ve çok merhametli bir Tanrı'nın sebepsiz yere bir evren ve içindekiler yaratması oldukça sorunlu gözükmektedir. Gayesel insan zihnini yaratan hem geçmiş hem de gelecek hakkında oldukça uzun süreli düşünen ve sürekliliği arayan insan zihni ve arzularını yaratması da bu ahiret ve dinin varlığını destekler niteliktedir. Bu özellikler ve araya farkındalık ve iradeyi de sokarsak insan ve hayvanların arasındaki en temel farklardandır. İnsan olmamız zorunlu olmadığı gibi hayvanlar gibi bu özelliklere sahip de olmayabilirdik. Tanrı'nın bu şekilde yaratması bu özellikleri boşuna sebepsiz yarattığı anlamına geliyor ki herhangi bir kusur ve yaratılana ait bir özellik yüklenemeyen sonsuz ilimli Tanrı görüşüyle oldukça çelişkili bir durum ortaya çıkmaktadır. Bir diğer belirtilmesi gereken şey ise Tanrı'nın adaletinin kusursuz olmasıdır. Bize adaleti öğreten ve içimize adil olmaya doğru bir yönelim koyan aynı zamanda kendisini de bize bilinebilir kılan ve bizim onun sıfatlarını bilirken aynı zamanda kusursuz bir adaleti olduğunu da bilmemizi sağlayan bir yaratıcı nasıl olur da peygamberler veya onun gibi çok iyi çok sabırlı cesur merhametli kullarıyla Yahudileri 400 yıl köleleştiren firavun, Hitler, Stalin, Churchill, Leopold, Cengiz Han, Godefroy de Bouillon gibi kullarını denk tutup hepsini doğmadan önceki halleri gibi yokluğa gönderir. Kıyas yapmadan da çok iyi davranışlarda bulunan birisinin ödüllendirilmesi kötünün de cezalandırılması adaletin bir gereğidir. Sadece iyileri ve kötüleri aynı yokluğa göndermek değil tek başına ele alındığında bir iyinin ödülsüz bir kötünün de cezasız kalması adillikle çelişmektedir.

 Tanrı'nın sıfatlarının bilinemeyeceği bu yüzden de onun kesinlikle adil alim ve merhametli olması gerektiğine ulaşılamayacağını söyleyen deistler olmakla birlikte bazıları Tanrı'nın kudretini bile sınırlı görerek büyük bir hataya düşmektedirler. Her şeyi yaratan ve her şeyin sebebi olan zorunlu varlık Tanrı'dır. Buna göre her şeyin yaratıcısının sonsuz kudretli olması gerekir. Çünkü bir şeyi yoktan var etmek en büyük güçtür. Yoktan var edilen her şey ona muhtaçtır ve yoktan var etmenin bir sınırı yoktur. Bir şeyin sınırlı olması başka bir şey tarafından sınırlandırıldığı anlamına gelmektedir. Örneğin insanın uçamamasını ele alalım. İster insanın uçmasını sınırlandıran şeyin insanların kanatlarının olmaması değil fizik kurallarının böyle oluşundan kaynaklandığına yani kanatların uçmasının özel bir durum olduğuna inanın isterseniz kanatların olmayışını bir sınırlama olarak görün. İkisi de insanın kendisinden kaynaklanan bir sınırlama değil Tanrı tarafından konulan kurallar neticesinde olmuştur. Tanrı ise ezeli ve ebedidir. Onun sıfatları da ezeli ebedi mutlaktır. Ondan başka hiçbir şeyin olmadığı durumda onu sınırlandıracak hiçbir şey yoktur. Sınırları yaratan da odur sınırlandıranları da. Bu durumda Tanrı'nın kendisinden daha mükemmel bir şey olamaz ve düşünülemez. Tanrı ideaları da yaratmıştır ve kendisinden mükemmeli diye bir şey varsaydığımız takdirde bu idea Allah tarafından yaratıldığı için Allah'a muhtaçtır. Yani ondan mükemmel değildir. Kudret bakımından sonsuz ve mutlak olan Tanrı'nın diğer sıfatları da en iyi şekilde ve mutlak olmalıdır ki kendisinden daha mükemmeli olmasın. Yaratılan bir şeylerin bir özellikte Tanrı'yı geçmesi düşünülemez. Bu ontolojik olarak oldukça mantıksız gözüken bir durum. O zaman şunu söyleyebiliriz. Tanrı'nın bir sıfatı ya en iyidir ve mutlaktır ya da kendisinde bu yoktur. Kötülüğü ele alalım. Allah kötü olsaydı bu onda mutlak olurdu ve en fazla şekilde olmalıydı. Aslında kötülüğün kendisi başlı başına bir kusur olduğu için kötülük üzerinde bu şekilde konuşmak hatalı olsa da en basit anlaşılır ve herkesin dem vurduğu kötülük problemiyle ilgili olduğu için böyle aldım. Tanrı iyidir ve bu onda mutlak ve en güzel haldedir. Bu onun kötülüğü yaratmasına engel değildir. Kötülüğü yaratmasına engel olamaz çünkü Tanrı sınırlandırılamaz. Ancak kötülük Tanrı tarafından kaynaklanan değil özgür iradenin bir zorunluluğu olarak ortaya çıkmaktadır. İyi bir Tanrı insanları imtihan etmek için yaratır onları ödüllendirir ve ceza verir. Bu iyilikle çelişmez. İyiye ödül vermek kadar kötüyü cezalandırmak da iyi bir şeydir ve adalet kavramıyla birebir ilgilidir. Adalet budur diyebiliriz. İyiyi ödüllendirip kötüyü cezalandırmak ve insanları imtihana göre yargılamak adaletin gereğidir. Adalet de iyi olmanın gereğidir. Duygusallık ve iyilik kavramları çok sık karıştırılır. Ancak kötü birisini de cennete almak iyi bir şey değildir. Kötü bir Tanrı olduğunu düşünseydik bu onda mutlak ve en fazla olmak zorunda olacağından bizim iyi diye bir kavrama haz rahatlık mutluluk gibi yatıştırıcı ideal olan ve amaçlanan hislere sahip olmamamız onu bilemememiz ve onun sıfatlarına ulaşamamamız bizim direk cehenneme atılmamız gerekiyordu. İyi olan Tanrı anlayışında kötülüğe yer olduğu gibi kötü Tanrı'da da iyiliğe yer olmaz mı diye bir soru gelebilir. İyi olmanın getirdiği adillik sıfatı ve adil olmanın getirdiği özgür iradeye göre yargılama özgür iradenin bir sonucu olan kötülüğü engellemek zorunda değildir. Ancak Tanrı'nın insanlara verdiği sayısız nimetler, onun merhamet edenlerin en merhametlisi olması ve günahları çokca bağışlaması, ahiret hayatında vadedilenler onun iyiliğiyle örtüşür. Burada akıllara Tanrı her şeyi biliyorsa özgür iradenin getirdiği kötülüğe rağmen neden onu yarattı gibi bir soru gelebilir. Bunu şöyle cevaplarım. Kuran'da insanların bu imtihanı kendi yüklendiklerine dair bir ayet(Ahzab suresi 72) var. Bunu ele almasak bile burada yanlış bir sebebe bağlama durumu var. İnsanların neden yaratıldığını en iyi Tanrı bilir ve onun iradesi ve bazı sıfatları(bazı sıfatları bilinebilir ancak hepsi değil) tam olarak bilinemez. Bundan dolayı buradan bir şeye varılamaz. Bu sonuç bizi ilgilendirmeyecektir de. Çünkü Tanrı'nın iradesi burada hatalı bir şekilde sebebe bağlanmaktadır. Oysa insanın ceza çekmesinin tek sebebi kendi yapıp ettikleri. Özgür iradeden dolayı insan tamamen kendi yaptıklarından sorumludur. İster yaratılmayı kendi istesin ya da istemesin. Ceza sebebi yaratılma değil yapılan tercihler ve yaşantıdadır. Eğer başka birisi kendi iradesiyle düzgün yaşayıp cennete giriyorsa senin ceza çekmenin tek sebebi kendi yaptıklarındır. Özgür irade burada asıl ve tek sebeptir çünkü insanın çekeceği ceza yine kendisinden kaynaklanmaktadır. Kötü bir Tanrı tasavvurunda ise iyiliğe dair hiçbir şeye yer yoktur. Çünkü bunu zorunlu kılacak bir şey yoktur. Özgür irade kötülüğü kıldığı gibi iyiliği de zorunlu kılar ancak kötü bir Tanrı özgür iradeyi yaratmaz. Kötülük aslında bir kusur olduğu adalet merhamet cömertlik gibi sıfatları direk bloke ettiği(bahsedilen mutlak kötülüktür) gibi aynı zamanda dürüstlük ödüllendirme gibi mükemmelliğin ayrılmaz parçalarını da bloke eder. Dürüst olmayan bir Tanrı'nın vaadine güvenemezsin. Dürüst olmamak kendinle ve doğru olanlarla çelişmektir. Mutlak ve gerçek olan bir Tanrı'nın böyle bir çelişkiye düşmesi ise düşünülemez. Bu kusur dolayısıyla Tanrı'ya atfedilemez.

 Tanrı'nın sıfatlarının bilinemeyeceğini veya onun eksik veya kötü olduğunu söyleyen deizmin agnostizmine yukarıda verilen cevaplar bizi daha yukarıdaki adil ve ilmi mutlak kudreti mutlak ve sonsuz olan Tanrı anlayışındaki adil olan Rabb'in insanları ödüllendirmemesi veya cezalandırmaması,  ilmi mutlak ve sonsuz olanın her türlü kusurdan münezzeh ve mükemmel olanın  üstelik insan aklını gayesel ve süreklilik arayışı içinde uzun geçmiş ve geleceği düşünecek biçimde yaratanın evreni nedensellik ilkesi üstüne kuranın evreni sebepsiz yere yaratması gibi bir sonucu doğuracaktır. Bu da bizi deizmin iki ayrı dala çıktığını natural din savunucularının teizmle daha yakın aralarındaki tek farkın din ve peygamberler hakkında olduğunu ahirete inanmayan deistlerin ise ateizme yakın olduğunu ateizmle aralarındaki tek farkın bir yaratıcı olduğu gerçeğine götürmektedir.

 Dipnot

1: Bak Çift yarık deneyi
2: Karl Heim, The Transformation of the Scientific World View, SCM Press, Londra (1953).
3: William Pollard, Chance and Providence: God's Action in a World Governed by Scientific Law, Faber and Faber, Londra (1958).
4: Caner Taslaman, Kuantum Teorisi, Felsefe ve Tanrı(ikinci baskı), İstanbul Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 99
5: Mikro etkilerin makroyu etkilemesi için bak. Kaos teorisi(kelebek etkisi), Evrenin parçaya değil bütüne bakılarak anlaşılabilirliği için bak Aspect deneyleri

28 Mayıs 2018 Pazartesi

Uyarı

 Bu blogda yazılan yazılar mümkün olduğunca kaynak verilerek varsayımlar üzerine kurulmamaya özen gösterilerek yazılmıştır. Öyle de yazılacaktır Allah'ın izniyle. Yazılarda felsefi olarak bulduğum sonuçlar kendi inançlarımdır. Kendim doğru bulduğum için yazıp paylaşıyorum. Ancak ben hata yapabilirim. Bu yüzden benim söylediklerimi kesin kabul etmek yerine kendi muhakemenizle sonuçlara ulaşın. Hata yaptığım yerler olabilir. Bir yazımda 50 kere doğru çıkarımda bulunmuş 1 kere hata yapmış olabilirim. Bu 1 hatayı sırf 50 doğru var diye ön yargıyla bu da doğrudur diyip kabul etmeyin. Kendiniz bu hatayı bulun. Sonuca kendiniz ulaşın. Bu yazı, bu blogda okuyabileceğiniz en önemli yazılardan biridir.

 Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme Çünkü kulak, göz ve fuad onların hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. İsra 36

 En doğrusunu Allah bilir. O her şeyi bilendir.

26 Mayıs 2018 Cumartesi

İnanç ve Gerçeklik Nedir?

Not: Yazının düzenlenmeden önceki halinde madde 4.3'te gerçeğe vahiy dışında ulaşılamayacağını savunmuşken şu an bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Evrendeki rasyonalitenin oluşu ve insanın buna ulaşması yasa birliği gibi kavramların insan aklıyla beklenmeyecek şeyler oluşundan dolayı böyle bir sonuca vardım. Devamı için madde 4.3


 Öncelikle çok kısa olan şu başlığı okuyun.

http://hutchmichaels.blogspot.com/2018/05/uyar.html

Evrime inanılmaz. Evrim gerçektir. Evrimi biliyorum

- Ünlü filozof şair asker ve Roma İmparatoru V. Malafatus

  Yeni ateistlerin beyin akıtan cümlelerinden biri de yukarıdaki imparator Malafatus'un en meşhur cümlesidir. Hatta bu cümle Marx'ın "Din kitlelerin afyonudur." alıntısından sonra dünya üzerindeki en çok bahsedilen ikinci cümle olduğu rivayet edilir. Bu rivayetin en önemli ve tek ravisi benim. 

 İnanç bir bilgiyi doğru kabul etmektir. Bunu ister geçerli sebeplere dayanarak mantıklı bir şekilde istersen dogmayla açıkla. Bir şeyi doğru kabul ediyorsan hatta şüphe duymadan kesin bir şekilde bundan eminsen bile bu inançtır. İnancın tanımı kısaca budur. İnancı temellendirmek kişiye kalmakla birlikte inancın nasıl her şey olduğu ve her şeyi etkilediği açıklanılması gereken bir konudur.

 1- Matematiğin tutarlılığına inanmadan matematik yapılamaz. Matematik inançtır
 2- Sabit ayarların ve doğa yasalarının sürekliliğine inanmadan bilim yapılamaz. Bilim ön kabullere dayanır.
 3- Fizik ve diğer yasaların doğruluğuna inanmadan bilim yapılamaz. Bu tamamen inançtır.
 4- Gözlemlenebilen şeylerin ve mantığın doğruluğuna inanmadan kesin bilgiye ulaşılamaz. Bunlar inançtır

 1'in açıklaması

 1.1 Matematiğin Kendi İçinde Tutarlılığı

 Matematiğin kendi içinde belli bir tutarlılığa ve mantık sistemine sahip olmasına olan inançla açıklanır. Matematiğin kurallarının değişmemesi akılla anlaşılabilmesi(gözlemlenebilmesi) hiçbir sebep yokken bu şekilde oluşması inancın temelini oluşturur. Bir teist için tabi ki açıklanabilen bir sebebi vardır. Sebebin kabul edilmemesi durumunda sebepsiz kalır ve tatmin edici olmayan bir tesadüfe döner. Gözleme ve akla dayanması sebebiyle 3. maddeyle de ilgili bir inançtır. Matematik hakkında ister keşifçi ister icatçı yaklaşıma inanın. Matematiğin tutarlılığına ve gözlemlenebildiğine inanmadan matematik hakkında çalışma yapılamaz. Bence körü körüne değil gözlemlenebilmesi sebebiyle mantıklı bir sebebe oturtulan bir inançtır. Ancak 4. maddenin de doğrulu kabul edilmesi şartıyla.

 1.2 Matematiğin Evren Yasalarıyla Tutarlılığı

 Matematiğin evrenin yasalarını anlaşılacak bir şekilde o olması, bu yasalarla uyumlu olmasına olan inançtır. Kısaca yukarıdakiyle aynı temele sahiptir. Hiçbir sebep yokken matematiğin insan aklı ve yasalarla uyumlu olup bunları açıklayan bir dil olması üzerinedir. Bir teist için tabi ki sebep vardır ve açıklanabilir. Bu sebebin kabul edilmemesi durumunda bu temelsiz bir inanç oluyor zaten. Bence mantıklı ve doğru bir inançtır

 2'nin açıklaması

 Yere atılan bir elmanın yere düşeceğine olan inançtır. Elektronların çekirdek etrafında dönmesini devam ettireceğine güneşin yarın tekrar doğacağına olan inançtır. Kısacası yasaların olduğu gibi devam edeceğine olan inançtır. Teizm açısından rahatça açıklanabilen bir durumdur. Ancak bunu kabul etmeyen birisi için yarın suların yoğunluğunun atmosferden daha az hale gelip gökyüzüne yükselmeyeceği tamamen kör bir inançtır. Bu madde teleolojik argümanın da dayandığı bir maddedir. Gözlemlenen yasaların aynı şekilde kalması bilim için olmazsa olmaz bir inançtır. Bu olmadan bilim yapılamaz.

 3'ün açıklaması

 Kısaca 2. madde de anlatılan gibidir. Burda bir nedensellik durumu ortaya çıkar. Bir şeyi gözlemlemeye ve anlaşılmaya açık kılan bir yasanın doğruluğunun kabul edilmesi ona inanılması gerekir. Işıkla ilgili yapılan tüm deneylerin ve teleskopla gözlemlenen gök cisimlerinin gözlemlenme olayının doğru olduğunu ve bizi bir sonuca ulaştırdıklarını ancak optik yasasının doğruluğunu kabul edersek kabul etmiş sayılırız. Yasaların doğruluğunu kabul etmek için bir teistin çok mantıklı bir sebebi vardır. Aynı şekilde okyanus derinlik ölçümü yapılırken ses dalgalarının bizi doğru sonuca ulaştırdığını kabul etmek için ses dalgalarının ve osilasyonun doğru olduğunu kabul etmek gerekir. Bunu doğru kabul etmek sadece sonuç kısmına yoğunlaşmaktır. Bir de bu yasaların neden doğru ve uyumlu olduğu gerçeği vardır. Yasaların doğruluğunu gözlemlere dayanarak kabul eden bir materyalist veya bir ateist bunların neden doğru ve uyumlu olduğu konusuna mantıklı bir açıklama getirememektedir.

 4'ün açıklaması

 Diğer tüm maddeleri de kapsayan ve muhtemelen en uzun olan kısım bu. Gözlemlenebilen şeylerden kasıt varlığı veya yokluğu üzerine düşünülebilen her şey, hissedilen veya bilinen her şeydir. Bunların varlığının doğruluğunu kabul etmek için duyularımız ve bununla bağlantılı olan beynimizin var olduğunu ve bizi doğru sonuca ulaştırdığını kabul etmemiz gerekir. Bir illüzyonda olmadığımızı ya da bir rüyada olmadığımıza olan bir inançtır bu. Gözlemlenebilen şeylerin doğruluğunu iki kısımda incelemenin doğru olacağını düşündüğümden böyle yapmaya karar verdim. İlk kısım basit şekilde rüya yanılsama gibi ihtimaller, ikinci kısım da gözlemlerimizin gerçek veya yanılsama olsun doğru ve kesin bilgiye ulaştırma durumu. Mantığın doğruluğu ise ayrı bir başlıkta incelenmesi gereken bir konudur.

 4.1 Gözlemlenebilen şeyler gerçek midir?

 Gözlemlediğimiz bildiğimiz şeylerin gerçekten var oldukları mı yoksa bunların bir rüya simülasyon ya da yanılsama mı oldukları hakkında hep düşünceler olmuştur. Konuyla ilgili olmasa da kısaca bunların gerçekliğine değinmek gerekir. Konumuz inanç olduğu için bu kısım sonra olsun. Gözlemlediğimiz şeylerin gerçekliğine inanmak yapabildiğimiz şeylerin gerçekten yapılan bir şeyler olduğunu ve de bizim bir şeyler yapabildiğimizin olmazsa olmaz bir temelidir. Burada gözlemlenebilenlerin ve dolayısıyla bizi buna ulaştıran duyularımız ve beynimizin var oluşu temeldir. Burada düşülme ihtimali bulunan hatalardan biri budur. Matrix örneği veya herhangi bir simülasyonda bulunmak varlığı yok etmez. Yanılsama illüzyon veya yukarıda bahsedildiği gibi bir simülasyonda bizim hiç bir şekilde var olmadığımızı fark etmediğimizi tamamen otonom reflekslerle yaşayan varlıklar olup kendi kendimizi kontrol etmediğimizi sadece öyle hissetiğimizi temel alır. Bilinç hareket kısacası benlik tamamen yoktur. Karar alma yoktur. Matrixe dönecek olursak burada bir sisteme hapsedilen gerçek insanlar vardır. Bu insanların benliği ve zihinleri gerçektir. Hareketleri ve yaşadıkları dünya yanılsamadır. Bir teist için rahatlıkla açıklanabilen bir inançtır gerçeklik ve gözlemlenebilen şeylerin gerçekliği belki de gözlemle anlaşılması oldukça zor olduğundan bir çok kişinin cevap bulmakta zorlandığı bir konudur. Descartes'ın varlığı üzerine kesin olarak varışı ve kesin bilgiye ulaşabilirlik yanılsamanın olmadığını kanıtlamakla mümkündür eğer bir şeyler varsa yanılsama yoktur üzerine kurulu felsefesi bu konuyla ilgilidir. Tüm sorulara cevap vermekte olup oldukça mantıklı ve benim de kabul ettiğim bir görüştür.

 1- Her şey yanılsama olabilir. Ben olmayabilirim.
 2- Ben bu durumdan şüphe ediyorum bunun farkındayım.
 3- Şüphe ettiğimden şüphe edemem. Şüphe ettiğimden şüphe etseydim şüphelerim şüpheli olurdu ve şüphe ediyorum diyemezdim.
 4- Şüphelerim gerçektir.
 5- Gerçek olan bir şeyin öznesi vardır. O benim. Ben de gerçeğim
 6- Ben gerçeksem benimle bağlantılı her şey gerçektir.(Rüyalar da gerçektir. Sadece hareket etmezsiniz ama beyniniz ve zihinsel dünyanız gerçek bir şekilde aktiftir.)
 7- Ben şüphelendiğimin farkındayım.
 8- Kendimin farkındayım. Kendime dışarıdan bakabiliyorum. Düşündüğümü biliyorum. Farkında oluşumu da biliyor ve farkındayım. Kararlarımı gözden geçiriyorum.
 9- Farkındalık otonom reflekslerle zıttır. Farkındaysam bunu ben yapıyorum ve farkındalık bilinç gerektirir.
 10- Farkındalıktan şüphe edilemez. Farkındalığın yokluğu durumunda farkında olamazdım.
 11- Farkındalık yanılsama olamaz. Farkındalık konuşmak gibi yapılan bir iş değildir. Konuşmanın yanılsama olması durumunda konuşmuyorsun. Öyle sanıyorsun demektir bu. Farkındalık bir bilinci zorunlu kılar. Farkındalığın yanılsama olması için öyle bir şey olmamalı ancak olduğu sanılmalıdır. Farkındalığın olduğu sanılması durumu olamaz. Çünkü sanıldığı anda bile farkındalık gerçekleşmiş demektir. Bu da farkındalığın gerçekliğini zorunlu kılar.
 12- Farkındalığın öznesi bilinçtir. Bilincim varsa ben varım. Benimle bağlantılı her şey gerçektir vardır.

 4.2 Gözlemlenebilen gerçek şeyler doğru mudur?

 Yukarıda gözlemlenebilen şeylerin gerçek olduğunu gösterdim. Gerçekliğe inanmak için oldukça mantıklı sebeplerimin olmasından dolayı ben her şeyin gerçek olduğuna inanıyorum. İnanç konusuna dönersek gözlemlenen gerçek şeyler doğru mudur? Yani bizim algılarımız gerçeği bize olduğu gibi yansıtmakta mıdır? Gerçeği olduğu gibi algıladığımıza olan inançtır. Gözlemlere dayanarak açıklanamayacağı çünkü gözlemlerden şüphe edildiği için en zor açıklanabilen sorulardandır. Mantığın varlığı ve belli bir sisteme tabi olması kendi içinde tutarlılığı ve diğer algıların mantığa uyması sebebiyle iyi bir tatmin edici açıklama getirir. Ancak bunun neden böyle olduğuna bir açıklama getiremez. Bu durum bir teist için kolaylıkla ve mantıklı bir şekilde açıklanabilir. Materyalizmin böyle bir duruma getireceği tesadüfi açıklamalar tatmin edici olmamaktadır. Evrim ve doğal seçilimle yapılan açıklamalar da yetersiz kalmaktadır. Bu alt başlığın konusu.

 4.3 Mantığın ve İnsan Beyninin İnsanı Yanıltmadığına Olan İnanç

 Direk yaratılışa inanmayıp evrimsel sürece inanan birisinin bu süreci bilinçli bir şekilde Tanrı tarafından değil tesadüf ve mutasyonlara bağlıyorsa insan beyninin ve mantığının evrimsel süreçte yanlış evrilmediğine ve bizi tamamen doğru şeylere ulaştırdığına olan inançtır. Natüralist görüşe göre evren sadece evren yasalarıyla açıklanır metafiziğe başvurulmaz. İnsan beyni ve mantığının evrimsel süreçte hayatta kalmak için evrildiğinde bunun yanlış olabileceğine dair mantıksal hiçbir sorun yoktur. Doğal seçilim hayatta kalmak ve üremektir. Buna odaklı kısmi tesadüf ve mutasyonlarla evrilen bir beyin ve mantık algısının kusursuz olmasını beklemek çok düşük bir ihtimaldir. Evrim süreci de insanın zekasıyla değil sadece hayatta kalma ve üremesiyle ilgilendiği için yanlış evrilen bir mantıkla da hayatta kalınabilir. Zeka hayatta kalmaya yardımcı bir faktördür. Gerçekliği olduğu gibi görmek de böyledir. Ancak olmazsa olmaz değillerdir. Hatta gücü zekadan daha gerekli de görebiliriz. Halüsünojen alan bir kişiyi bir de sıradan birisini düşündüğümüzde halüsünojen alan birisi etrafında hiç olmayan şeyler görmekte yani bir yanılgı içindedir ama karnı acıktığında kendisini doyuracak şeyleri arayıp yemesi gerekir. Sıradan bir insanla aynı olduğu durum yaşamını devam ettirecek asgari ihtiyaçları aynı algılamasıdır. Evrimsel süreçte de insan hayatta kalma ve üreme için asgari ihtiyaçlardan(açlık kendini koruma üreme gibi içgüdüler) başka bir şeye ihtiyaç duymayacağı için insan zekasının doğru geliştiğini beklememek gerekir. Gelişmiş düşünceler, kompleks üretim ve bilim, felsefe yapmak; hayatta kalmak için asgari ihtiyaç değildir ve evrimsel sürece göre lükstür. Evmrisel sürece göre beklenen ulaşılan sonuçların da beynin ve mantığın kendi ulaştığı kendi doğruları olmasıdır. Bu yüzden doğru yanlış ayrımını yapmak mümkün değildir. Ulaştığımız şeylerin doğruluğu sadece bir inançtır. Materyalist ve natüralistler ise bu durumda çelişkidedirler. Kendi ulaştıkları sonuçlar kendi görüşlerine göre yanlış ulaşılmış sonuçlardır. Bu yazının ulaştırdığı sonuç da yanlıştır. Ancak bu yazının yanlış olması diğer algıları da yanlış kılar ve yine içinde bulunulan durumdan kurtulunulamaz. Ateist Thomas Nagel de bu argümanı sunan Plantinga'ya katılmaktadır. ¹  Bir teist açısından ise böyle bir şey zaten söz konusu değildir.

 Evrendeki rasyonalite bizim bunu anlamamız determinizm ve yasa birliği kavramlarını birleştirince yukarıdaki yanılma ihtimali ortadan kalkmaktadır. Evrimle oluşan bir beyinin bu rasyonaliteye uyması ve onu anlaması beklenen bir şey değildir. Dolayısıyla bir teizm açısından bu beklenen bir durumdur. Gerçeğe ulaşılabilmesini bu konuda mümkün buluyorum. Natüralizm açısından ise bunun beklenmeyecek bir şey olması bir Tanrı'nın varlığını ortaya koymaktadır.


 Dipnot

 1- Nagel T, 2012, Mind and Cosmos, s. 27-8

22 Nisan 2018 Pazar

Hassas Ayar Delili ve İtirazlarına Cevaplar

 Hassas ayar delili evren, dünya, canlılar kısacası evreni ve içinde barındırdığı her şeyin çok ince ayarlara ve imkansız olasılıklara dayalı olduğunu; bunun da Tanrı'nın tasarımından başka bir şey olamayacağını söyler. Buna getirilen itirazlarlar ise genel olarak kısaca neden sonuç ilişkisini öne sürerek gerçekleştirilir. Yani evren bizim için özel yaratılmadı. Evren bizim için zaten hassas ayarlara sahip olduğu için biz oluştuk. Bu yüzden bu konuda düşünmeye gerek yoktur. "Hassas ayarların oluşması da tesadüftür." Eğer olmasalardı evren olmayacak ve biz de bundan bahsedemeyecektik. Öncelikle iki farklı yerden gideceğim inşallah. İlk olarak hassas ayarlara bakış ve nedensellik hatasını daha sonra da yine verilen nedensellik üzerinden inceleme.

 Hassas ayar argümanına getirilen bu neden-sonuç ilişkisi çok büyük bir felsefi hatadır. Hassas ayar delili nedenselliğe bakmaz. Evrende hassas ayarların var olduğunu ve bunların tesadüfen oluşamayacağını söyler. Bu bakımdan hassas ayarlar var olduğu için biz varız demek konuyla alakasız ve mantıksızdır. Bu bilinç ve bilincin sebep/amaç araması konularında incelenmelidir. Şimdi iki farklı görüşün argümanlarına ayrı ayrı bakalım.

 Hassas ayar vardır ve bunlar tasarlanmıştır.

1- Evrende madde ve maddeden oluşan kompleks yapıların oluşumu imkansız derecede olasılıksızdır.
2- Bu ancak tasarım sonucu oluşmuştur.
3-(Bizim için yaratılmıştır. Bunlar olduğu için biz varız.)


Aslında 2. madde 3. maddeyi de kapsar. Sonuçta tasarım olduğunu kabul etmek Tanrı'nın insanlığın ve diğer maddelerin oluşumu için böyle yarattığını kabul eder ama onu yazdım. Çünkü ateistlerin sebep-sonuç çerçevesinde düştükleri hatayı altta daha iyi incelemek adına görmesi kolay olur.

Hassas ayar vardır ve bunlar tasarlanmamıştır(karşıt argüman)

1- Evrende madde ve maddeden oluşan kompleks yapıların oluşumu imkansız derecede olasılıksızdır.
2- Bu tesadüfle açıklanabilir(zorunluluk da buna eklenebilir ancak maddenin zorunluluğunu iddia etmenin bir anlamı olmadığından buna değinmek gereksiz)
3-(Bizim için yaratılmamıştır. Bunlar olduğu için biz varız.)

 Şimdi inceleyelim. İlk maddede iki taraf da hassas ayarın varlığını kabul ediyor. 2. maddede ayrılık var bunu aşağıda detaylıca incelemek gerekir. Asıl karşıt argümanın dayandığı nokta 3. maddede başlıyor. Evren var olduğu için biz varız dolayısıyla bundan bahsetmek gereksizdir argümanı hassas ayar konusuyla uzaktan yakından alakası olmayan bir şeydir. Aslında bunlar olduğu için biz varız fikrinin hiçbir alakası yoktur hassas ayar argümanıyla. Ama buna değineceksek bile ilk görüşte de evren var olduğu için biz varız fikri geçer. Bu yüzden 3. madde hassas ayar deliline karşı getirebilecek bir şey değil zaten hassas ayar argümanında bulunan bir şey. Hassas ayar delilinin sebep sonuç ilişkisine dayandırılamayacağı çok önemli bir konudur ve iyi anlaşılması lazım. Ne kadar iyi anlattım bilmiyorum ama umarım anlaşılırdır. 3. maddelerin ilk cümlesinde olay kopuyor. Bizim için yaratılmıştır ya da yaratılmamıştır. Bu da bizi ikinci maddeye götürüyor. Yani bizim için yaratıldıysa tasarımdır ve imkansız olasılıklar Allah tarafından oluşturulmuştur. Bizim için yaratılmadıysa bunlar tesadüfen oluşmuştur. Yani olay şuna dönüyor. Hassas ayar delili ya tasarım ya tesadüf.

 Yukarıdaki kısım çok önemli olduğu için özetleyelim. Karşı argüman hassas ayarları kendiliğinden oluştuğuna ve bunun sonucunda oluşan yaşam, evren, madde gibi  şeylerin bu ayarların bir bakıma yan etkisi olduğunu savunmaktadır. Ancak hassas ayarın sonucunda yaşamın olması- teist tarafı da olaya böyle bakar. Yukarıda yazdığım gibi iki tarafta hassas ayarlar olduğu için biz varız der.- neden hassas ayarlar var sorusuna bir cevap bulamıyor? Hatta hassas ayar argümanının oluşum sebebiyle hiçbir alakası olmayan bir şey. Tekrar tekrar söylüyorum. Evrenin oluşması bu ayarların sonucu olması zaten olağan bir şey. Bu ayarlar olmalı ki biz oluşalım. Allah zaten buna göre yaratmıştır. Ateist tarafın bu hatalı argümanı vererek kastettikleri veya öyle olması gerek şey şudur: Hassas ayarlar vardır doğru ancak bunlar evrenin oluşumu için yokturlar. Hassas ayarların oluşmasının sebebi tesadüftür. Arkasında bilinçli bir yaratıcı yoktur. Aslında karşı argüman budur ya da böyle olmalıdır.

Özet de yazı kadar oldu.

Şimdi biraz hassas ayarlara bakalım bu tesadüf mü yoksa Allah'ın yaratması mı?

1- İlk olarak genel olarak bilinen bir şeyle başlayalım. Evrenin başlangıç entropi(düzensizlik)sinin düzenlenme ihtimali yani evrenin oluşumu için gerekli durumda bulunma ihtimali şudur.

Bir bölü 10 üzeri 10 üzeri 123. Sayı olarak yazamadığımdan böyle yazdım. Penrose number diye geçer matematikçi ve astrofizikçi Roger Penrose tarafından hesaplanmıştır. Penrose bununla ilgili şunu söyler.

"Bu yaratıcının nasıl kesin bir amacı olması gerektiğini anlatır. Yani 10'un 10 üzeri 123'üncü kuvvetindeki birin doğruluğudur. Bu olağanüstü bir değerdir. Bunun rakamsal olarak bütün insanlar bir araya gelseler bile üslü bir şekilde olmadan normal şekilde yazılması imkansızdır. 1'in ardından 10 üzeri 123 tane sıfır eklediğinizi düşünün. Evrendeki bütün proton ve bütün nötronların ve diğer tüm parçacıkların da her birinin üzerine 0 yazsak bile bu değerin çok uzağında kalırız." ¹

Dean Overman bu sayı hakkında şunu söyler.

"10 üzeri 10 üzeri 123 sayısına bir müddet odaklanın. Birisi 1 yazıp bu gezegendeki her atom parçacığının(sadece her atomun değil atomun içindeki her parçacığın) üstüne 0 yazsa bu sayıyı yazmaya gücü yetmez. Bu sıfırlar güneş sistemindeki her atom parçacığına yazılsa kimse bu sayıyı yazamaz. Sıfırlar Samanyolu Galaksisindeki her atom parçacığına yazılsa kimse bunu yazamaz. Gözlemlenebilir evrendeki her atom parçacığına bu sıfırlar yazılsa bunu yazan bu sayıyı yazmak için gerekli maddeyi bulmaktan çok uzakta kalır." ²

2- Eğer evren kazara meydana gelseydi onda geçmişteki düzensizlikten kalan bir iz, hata olurdu. Ancak böyle bir hata ve iz keşfedilememiştir. Yine Penrose'a göre big bang tamamen karadelikler de oluşturabilirdi. Ancak bunların yerine hassas ve her yere yayılmış maddeden oluşan bir evrene sahibiz. Penrose şunları söyler.

"Big bangin maddeyi hassas ve homojen bir şekilde dağıtacak bir biçimde olması oldukça zordur. Düzensiz bir şekilde olsa sadece karadelikler oluşurdu. Bu olasılık 10 üzeri 10 üzeri 30'da 1'dir.

 Burada dikkat edilmesi ve üzerinde ısrarla durulması gereken bir nokta vardır. Tanrı'nın varlığına duyulan gereksinim evrendeki nedenini anlayamadığımız sorulara cevap olması için çıkmaz. Evrendeki sayısız oluşum ve hassas ayarın ortaya çıkarmış olduğu tablo doğal olarak bir yaratıcı olmasını zorunlu kılmaktadır." ³

3- Proteinin kendiliğinden oluşma ihtimali

 Dünya’nın ilk dönemlerinde proteinlerin yapı taşları amino asitlerin ve DNA’lar ile RNA’ların yapıtaşları nükleotidlerin oluşumunu izah etmekte çeşitli zorluklar mevcuttur. Fakat daha önceden gördüğümüz evrenin başlangıç entropisi ve daha sonra göreceğimiz proteinlerin oluşumu gibi natüralizmin açıklaması imkânsız sorunların yanında, oldukça tartışmalı bu sorun, o kadar da önemli değildir. Salt mekanik süreçlerle amino asitler ile nükleotidlerin rahatlıkla ortaya çıktığı kabul edildiğinde bile, en basit tek hücrelilerde yüzlercesi olan proteinlerin salt doğal süreçlerle izah edilmesi mümkün olamamaktadır.

 Ferodexin(clostridium pasteurianumda bulunur.) 55 amino asitin sıralanmasıyla oluşan kısa bir proteindir. 6049 amino asitli twitchin(caenorhabditin elegansta bulunur.) gibi uzun proteinler de vardır. ⁴ 
Olasılık olarak 400 aminoasitli bir proteine bakarsak ki-en basit canlıda bile bu proteinden yüzlerce olması gerekir- bunun oluşma olasılığının ne kadar düşük olduğunu görürüz. Canlılardaki proteinler sadece sol elli amino asitlerden oluşur. Doğada sağ elli amino asitler sol elliler kadar vardır. Birbirlerini yaklaşık olarak yarılarlar. Bir amino asitin sol elli olma ihtimalini 1/2 alırsak 400 amino asitli bir proteinin kendiliğinden oluşma ihtimali 1/2 x 1/2 x 1/2 (397 tane daha) 1/2 üzeri 400 olur. 1/2 üzeri 400 ise yaklaşık olarak 1/10 üzeri 120 ye denk gelir. Bütün evrende 10 üzeri 80 olan proton ve nötronu bütün evrendeki foton ve elektronlarla toplarsak 10 üzeri 90'dan küçük bir sayı elde ederiz. Evrenin ortalama yaşı 15 milyar yıl x 365 gün x 24 saat x 60 dk x 60 saniye 473 040 000 000 000 000 saniye eder. Bu sayıya yuvarlak olarak 10 üzeri 18 diyebiliriz. 10 üzeri 90 x 10 üzeri 18 = 10 üzeri 108 eder. Bu sayı evrendeki her bir proton nötron elektron ve fotonun her saniye deneme yapmış olsalar oluşacak toplam deneme sayısıdır. ⁵

 Biyolog Steven Rose, basit bir proteini amino asit dizilimleri açısından ele almakta ve bu proteinin amino asit uzunluğunda 10 üzeri 300 olası form olabileceğini, bu olası formlar gerçekten var olsalardı ağırlıklarının 10 üzeri 280 gram olacağını; oysa evrendeki tüm maddenin tahmini ağırlığının 10 üzeri 55 gram olduğunu söyler. ⁶

 Amino asitlerin doğru sırada olması da protein açısından önemlidir. Amino asitlerin bir kısmı suya karşı hassasdır. Protein oluşumunda su hassasiyeti bulunanların içte olma eğilimi vardır ancak bir amino asitin belli bir yerde bulunmasını zorunlu kılacak bir yasa yoktur. Böyle olsaydı hep aynı dizi olurdu çok çeşitli proteinler olmazdı. Yüzlerce amino asitten sadece canlılarda bulunan 20 amino asidi bile alsak bir amino asitin proteinde doğru yerde bulunma ihtimali 1/20'dir. ⁷ 400 amino asitli bir proteinin oluşması için;

 1 amino asitin doğru yerde olma olasılığı 1/20, 400 amino asitin doğru yerde olma olasılığı 1/20 üzeri 400 o da 1/10 üzeri 520 olur. Proteinin aktif kısmındaki amino asitlerin önemsendiği diğer taraftaki değişimlerin proteini bozmayacağı söylenirse ihtimal artar ancak son protein çalışmaları aktif olmayan bölgedeki değişimlerin de protein yapısını bozduğunu gösteriyor. ⁸ Hesabı yaparken birkaç amino asitin doğru yerde bulunmamasının tolere edilebileceğini göz önünde bulundursak bile bu sayı 1/10 üzeri 108'den çok daha küçük olur. Hesaba katmadığımız şeyler ise proteinin gerekli yerde gerekli sayıda ve hücrede bulunması gibi ihtimaller de var. 

 Bir de iki olasılık söz konusu olursa bunların çarpılması ikisinin de aynı anda olma olasılığını verir. Yani amino asitlerin hem sol elli hem de doğru şekilde dizilme ihtimali 10 üzeri 120 x 10 üzeri 520 = 10 üzeri 640 bir proteinin oluşma ihtimali 1/10 üzeri 640.

 Daha da fantezi yapmaya kalkarsak evrenimizde var olan bütün atom altı parçacıkların ve fotonların her birinin bizimki gibi bir evrene dönüştüğünü düşünelim. 10 üzeri 90 evrende 10 üzeri 180 parçacık çıkar. Bu parçacıkların 15 milyar yıllık bu evrenlerde yani 10 üzeri 36 saniyelik sürede her saniye bir kez hareket yapsalar hareket sayıları 10 üzeri 180 x 10 üzeri 36 = 10 üzeri 216 olur. Her saniye katrilyon x katrilyon x katrilyon hareket yapsalar saniyede 10 üzeri 45 olur. Bu kadar çok evrende bu kadar çok parçacığın bu kadar çok saniyede bu kadar çok hareket yaptıklarında hareket sayısı 10 üzeri 216 x 10 üzeri 45 = 10 üzeri 261 olur. Bu da 10 üzeri 640'tan baya bir küçük sayıdır. Yani protein oluşma ihtimalinden...

 Buraya kadar hassas ayar deliline baktık. Proteinin oluşum ihtimaline yapılan bir eleştiriden bahsetmek istiyorum. Sonra ikinci kısım yani nedensellik içinde incelenmesi var. O biraz daha kısa olucaktır. Ve çok önemli bir hususu belirtmeliyim. Bunu daha önce yazsaydım daha iyi olurdu ama hazır hassas ayar üzerinde bu kadar sayı gördük buna burda değinmek de yerinde olur. Matematikte imkansız olasılık denilen bir şey vardır. Matematikçi Emile Borel bu sayıyı 1/10 üzeri 50 olarak hesaplamıştır. Emile Borel In Probabilities and Life kitabında bu sayıyı 1/10 üzeri 50 olarak belirtir ve şunları ekler. "10'un eksi 50. kuvvetinin kozmik ölçekte ihmal edilebilir olasılık değeri olduğunu belirleyebiliriz. Bu limitin altında olan bir olasılık olduğu zaman tüm evrende kendilerini gösteren olayların sayısı ne olursa olsun karşıt olayın kesinlikle meydana gelmesi beklenir." ⁹

 Proteinin oluşum ihtimali hesaplamasına yapılan eleştiriye gelecek olursak protein doğal seleksiyonla oluşmuştur. Dolayısıyla yapılan bir sürü hatalı denemeden sonra protein oluşabilmiştir. Buraya kadar eleştiri gayet anlamsız çünkü yukarıda bahsedilen olasılığı hala kabul eder ve bu olasılığın da ne kadar hayal edilemez uçuk bir rakam olduğunu yukarıda hesapladık. Devamında amino asitler görevli oldukları ve olması gerektiği yerlere geldiği zaman orada kalır ve denemeler devam eder. Bu şuna benzer 100 tane madeni paranın hepsinin yazı gelmesi gerekmektedir. Siz attığınız paralardan yazı gelenleri tutup tura gelenleri tekrar atıyorsunuz. Böyle denemelerle sonunda hepsini yazı getirmek mümkündür. Veya Dawkins'in maymun daktilo düşüncesi de öne sürülür. Aynı mantıktır. Bir maymun klavye tuşlarına rastgele basarak 28 harfli bir dizi oluşturabilir mi? Dawkins bunun yani 1/30 üzeri 28 olasılıklı ihtimalin imkansızlığını kabul etmektedir. Daha sonra maymunun rastgele bastığı tuşlardan oluşan bir harf topluluğunu alıp bunlardan hedefe en çok benzeyen harfin bilgisayar tarafından seçileceğini ve böylelikle hedef cümleyi 40 denemede bulacağını söyler. Cümle bu arada "Methinks it is like a weasel."dir. ¹⁰

 Bu iki örnek de aynı mantıktadır ve boşlukların doldurulmasını bilinçli bir şekilde planlayarak bunun oluşabileceğini söyler. Bu ise tamamen bilinçli tasarıma götürür bizleri. Protein ve klavye örneğinde de doğru bulunan harf veya amino asit olduğu yerde bilinçli bir şekilde kalır. Ayrıyetten protein örneği üzerinde biraz daha durursak amino asitlerin belli bir yerde bulunma zorunluluğunun olmadığını göz önüne alıp bu rastgele oluşumun yukarıdaki gibi boş bırakılan yerlere doğru amino asitlerin bilinçli bir şekilde gelip kalması-natüralizm ve ateizm bilinçten bahsedemez burda ancak öyle kabul edelim- yine mümkün değildir. Çünkü amino asit bilinci sadece oraya endeksli değildir. Bu da yukarıda verdiğim argümana ek olarak proteinin bu şekilde oluşum ihtimalini ortadan kaldırır. Proteinlerin bir sınırının olduğunu düşünürsek bu iyice imkansızlaşıyor. Çünkü bağ kuran amino asitlerin bir sınırı olmazdı ve bugünkü canlılık ve protein çeşitleri yine olmazdı.

 Bundan bahsetmişken doğal seleksiyondan da bahsedelim. Proteinin doğal seleksiyonla ortaya çıkması yine imkansızdır. Çünkü doğal seleksiyon protein oluşurken veya oluştuktan sonra yoktu. Çok sonra oluştu. Doğal seleksiyon canlılar arasındaki rekabetten kaynaklanır ve canlılığın oluşumundan önce doğal seleksiyondan bahsedilemez. Proteine bilinç atfederek yapılan bu hata(aslında hata değildir ama natüralistlere göre) proteinin doğal seleksiyonla ortaya çıktığını söyler. Ancak doğal seleksiyon proteinin sebebi değil sağladığı faydadır. Proteinin oluşumu önce doğal seleksiyon sonradır.

 İkinci kısıma yani hassas ayar deliline getirilen itirazlara nedensellik açısından bakmaya gelelim.

 Nedensellik üzerinden baktığımızda karşımıza iki durum çıkıyor.

 1- Hassas ayarlar bizim yaratılışımız içindir.
 2- Hassas ayarlar olduğu için biz varız. Bir sebep yoktur.

 Hassas ayarlar gerçekten hassastır. Yani biz bu ayarlara göre oluştuk demek evrendeki her gezegende her ortama uyum sağlayabilecek bir canlı türünün oluşması gerektiğini demektir. Hassas ayarlar öyle yüzlerce olasılıktan herhangi biri de değildir. Çünkü evrende canlılığın oluşması için tek ortam bu dünyadır ve hassas ayar delili sadece dünya ve canlılığın oluşumundan ibaret değil. Bizzat evrenin maddenin oluşumundan da bahseder. Canlılıktan gitsek bile yukarıda gördüğümüz olasılıklar birkaç yüz olasılık değil matematiksel olarak imkansız olasılıklardır ve bu sayılar hayal dahi edilemez. Tamam hassas ayarlar var ama canlılık öyle her ortamda oluşamaz, sadece bu dünyada oluştuğu için biz var olduk diyen biri de babalar gibi hassas ayar delilini kabul eder. Zaten hassas ayar delili sadece dünya ve canlılık açısından bakıyoruz-normalde evren ve madde de dahil- bu dünyanın ve canlılığın oluşumu bizim yaratılışımız içindir der. Ayrıca hassas ayar delili de tek başına canlılığı açıklayamaz.

 Konuya dönelim nedensel olarak baktığımızda da hassas ayarlar var olduğu için biz varız bu özel bir sebebe dayanmaz demek yine ilk kısımdaki tesadüf oluşuma götürür bizi. Zaten itirazın kendisi hatalı olduğu için tamamen nedensellik üzerine bir cevap da yazılamaz. Ama ilk kısmı almadan onları kullanmadan da şunlar öne sürülebilir.

"Hassas ayarlar bizim yaratılışımız için özel tasarlanmıştır. Bu olasılıktaki olayların olması açıkca imkansızdır. Bunların kendiliğinden oluşması daha sonra da canlılığın bunlara uygun şekilde oluşması, bizim için yaratılan bir evren fikrine göre oldukça mantıksızdır."

 Ayrıca şunu belirtmek isterim. Olasılıklar birlikte gerçekleştiği zaman çarpılırlar. Proteinde yaptığımız gibi. Şimdi evrenin oluşumu dünyanın oluşumu ve sayamadığımız onca hassas ayarın oluşumu-internette bir sürü bulabilirsiniz- çarpın ve yaşadığımız hayatın olma olasılığını bulun.

 İki paragraf üstteki yazıya örnek olarak şunu veririm. Bu çok bilinen bir örnektir.

 İdam edilmek üzere getirildiniz. Karşınızdaki keskin nişancı size 10 m uzaktan 100 kere ateş edecektir ve 100 atışı da ıskalar. Bu durumda nişancı zaten ıskaladı. Iskalamasa ölürdüm ve bunu düşünemezdim. Iskaladığı için yaşıyorum ve bunun bir sebebi yok mu dersiniz? Yoksa nişancı 10 mden 100 atışta ıskaladığına göre kesin bir sebebi olmalı. Başka hiçbir çıkarı yok mu dersiniz?

 Bu örnekle hassas ayarların oluşumu mantıksal olarak aynıdır. Buna vereceğiniz cevabı hassas ayar konusunda vermezseniz kendinizle çelişirsiniz. Hassas ayarların oluşum ihtimali ise yukarıdakiyle kıyaslanamaz bile. Nedensellik hayatta her zaman aranmamalıdır. Sonuçta kafanızın yanından bir taş çok az farkla geçer. Burda taş geçtiği için vurmadı vurmamasının bir sebebi yok denebilir. Aslında müslüman biri kadere inanır ve hiçbir şeyin rastgele olmadığını her şeyin bir sebebi olduğunu bilir. Ancak günlük hayata sıradan bir insan gözüyle bakarsak o taştan Allah korumuştur. Ancak başka zaman o taş sana çarpabilir. O zaman da Allah'ın dilemesiyle olur o ayrı mesele. Derine inersek mutlaka bir sebep vardır. Sebep dolayısıyla amaç aramak insanın fıtratıdır. Daha doğrusu maddenin fıtratıdır. O taş sana çarpar şunu düşünürsün bunun bir sebebi vardır elbet kaderde. Bunu belki bilirim belki bilmem. Ancak o başka zaman bana çarpmayabilir. Değişebilir. İhtimaller yakındır. Ama yukarıdaki sniper örneğindeki gibi bir durumda sebep aramamak saçmalıktır. Hassas ayarlardan hiç söz etmedim bile. İnsan mantığı sniper olayında bile sebep aramaya meyilliyse hassas ayarlara sebepsiz oluştu demek mantık dışıdır.

 Yukarıda hassas ayarı sadece nedensellik üzerine ele aldım. Yazının ilk kısmında ayrı olarak bir argüman olarak kullanılabilir ve ateistlerin nedensel yaklaşımını tek başına çürütmeye yeterlidir.

 Burda bahsedilenler hassas ayarların sadece çok az bir kısmıdır. Konuyu bilinçli yaratılışa değinen şu ayetle bitirmek istiyorum.

 Allah'ın kendisine meliklik vermesi sebebiyle Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? İbrahim:"Benim Rabbim ki o diriltir ve öldürür." demişti. O da "Ben de diriltir ben de öldürürüm." dedi. İbrahim:" Öyleyse muhakkak ki Allah güneşi doğudan getiriyor. Haydi sen de batıdan getir." dedi. O zaman inkar eden kimse şaşırıp kaldı. Allah zalimler kavmini hidayete erdirmez.

Bakara 258. ayet

Dipnot:

1: Roger Penrose, The Emperor's New Mind, 1989, s. 344 ve Michael Denton, Nature's Destiny, The New York: The Free Press, 1998, s. 9
2: Dean L. Overman, A Case Againts Accident and Self-Organization, 1997, s. 140
3: Michael Corey, God and The New Cosmology The Anthropic Design Argument, s. 180-181
4: Wen Hsiung-Li, Molecular Evolution, Sinnauer Associates Publishers, Massachusetts 1997, s. 279.
5: Caner Taslaman, Big Bang ve Tanrı, s. 188
6: Caner Taslaman, Big Bang ve Tanrı, s. 188 ve Steven Rose, Lifelines, Oxford University Press, Oxford 1998, s. 255
7: Aslında toplamda 500 amino asit vardır ve bu ihtimali 1/500 üzerinden yapmak daha doğru olur. Ancak sadece canlılarda bulunan amino asitler hesaba katılmıştır ve diğer türlü ihtimal çok daha artmaktadır.
8: D. D. Axe, Extreme Functional Sensitivity to Conservative Amino Acid Changes on Enzyme Exteriors, Journal of Molecular Biology, 301/3, s. 585-596
9: Emile Borel, Probabilities and Life (New York, NY: Dover Publications, 1962), 28
10: Richard Dawkins, Kör Saatçi, çev. Feryal Halatçı, Tübitak, Ankara 2002, s. 59-64



10123
1010123